Türkiye'den Defolup Gitmek

Bu kez sizlere bu çivisi çıkmış ülkeden neden ''defolup'' gitmediğimi anlatacağım, naçizane. Neden Amerika'dan döndüğümü, neden Almanya'da kalmadığımı ve neden bir başka ülkeye kalıcı kökler salmak istemediğimi, bir arzunun ötesinde bunu yapamayacağımı anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce. 

Malumumuz, son zamanların popüler konusu bu ülkeden çekip gitmek, kapağı Batı'da bir ülkeye atmak. Ekşi Sözlük'te 2012 Ağustos'unda açılan ''Türkiye'den s*ktir olup gitmek'' başlığı bugün itibariyle 439. sayfasında. Rusya'nın savaş uçaklarından birini düşürdüğümüz ve ilişkilerimizin yay gibi gerilmeye başladığı andan beri de Rusya'ya, Türkiye'yi haritadan silme, en azından iktidar partisini seçimlerde birinci çıkarmış şehirleri yok etme gibi şahane (!) teklifler götürmeye başladı aynı kafalar, kah şaka kah ciddi paylaşımlarla. Bense Türkiye'ye döndüğüm günden beri bir suratıma küfür yemediğim kaldı. Neden döndüm ha neden?! Hadi bir salaklık ettim özgürlükler ülkesinin rüya şehirlerini bıraktım geldim, medeniyetin son kalesi her biri sanat şaheseri güzelim Avrupa şehirlerinin nesini beğenmedim de döndüm bu her yanı ayrı dökülen, neresinden tutsan elinde kalacak geri ve yobaz ülkeye? Şimdi elimde bir fırsat var, neden geri dönmüyorum o medeniyete neden!? Delirdim mi yoksa ben?!

Evet, Amerika ve Avrupa şehirleri çok güzel, çok düzenli, çok temiz, çok çok çok.. Evet, söylediğiniz her şeyi anlıyorum, ipi kopmuş düşünceleriniz haricinde kişisel görüş ve isteklerinize de saygı duyuyorum hatta muhtemeldir pekçoğuna katılıyorum. Ve evet, Türkiye'nin içinde bulunduğu deliliğin az çok okuyan yazan biri olarak ben de farkındayım. Fakat..

Ben en sevdiğim akrabamın, arkadaşımın evinde kaldığımda dahi kendimi yabancı hissederim. Bana bir oda verseler, aileden bilseler dahi bunu hissederim, çünkü hissettirirler. Farkında olmadan, kötü niyet taşımasa dahi, doğal sürecinde hissettirirler. Çünkü yemeklerin tatları, ev içi rutinleri, alışkanlıkları ve daha pek çok şey doğal olarak farklıdır. Size hiç olmadı mı? Hep bir gün kendi evinize, kendi ailenize gideceğiniz zamanı bekler içinizde bir şeyler. Öyle bir yer yoksa bile, oldurmak için çabalamanız gerekliliği kemirir içini insanın. Eğitimim için gittiğim her şehirde elbette bir odam oldu, bir kimliğim, sosyal haklarım, arkadaşlarım, sürekli alış-veriş ettiğim, yemek yediğim yerler, iyi kötü bir çevrem oldu. Hani hep diyorsunuz ya, ''ne olacak canım oraya da alıştım''. Alışabileceğim kadar alıştım, gücüm yettiğince, içimden geldiğince. Ama ben orada ne yaparsam yapayım doğal olarak hep ''yabancı''ydım. Tamam, Amerika yapısı gereği ''yabancı''ları görece hoşgörüyle karşılayan bir ülke, orada kabul görmek görece daha kolay. Fakat Avrupa, lütfen kusura bakmayınız, hala ve ısrarla ırkçı. Üstelik de ırkçılığını ikiyüzlü bir insan hakları çığırtkanlığıyla örtbas etme yılışıklığında. Her ne yaparsanız yapın, kötü niyetli, ikiyüzlü bir ırkçılıkla ve ötekileştirmeyle karşılaşmasanız dahi, en samimi arkadaşınızın, akrabanızın evinde olduğu gibi günün sonunda yabancı hissedeceksiniz, kaçış yok.

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü kullandığınız dilin inceliklerine bir ''native speaker'' kadar hakim olamayacaksınız. O dili çok iyi konuşabilirsiniz, çok iyi anlayabilir, okuyabilir, yazabilir hatta bizzat bir ''native speaker''dan o dili anadiliniz gibi bildiğiniz konusunda iltifatlar alabilirsiniz fakat o dilin arkasındaki dev kültüre sahip olabilecek doğal süreçlerden geçmediğiniz için asla bir doğal konuşucu olamayacaksınız. Kelimelerin anlamlarını hissedemeyecek, kendinizi ifade ederken o sığlığa mahkum olacaksınız, çünkü asla derinleşemeyeceksiniz. Bir ağacın bilgeliğini, bir nehrin coşkusunu, bir serçe kuşunun güzelliğini ve bir aşkın derinliğini hakkını vererek ifade edemeyeceksiniz. Kırık dökük, sığ kalacak cümleleriniz. 

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü evinizin içini ne kadar kendinizden döşeseniz de, dışarı adımınızı attığınızda farklı bir yerde olduğunuzu bileceksiniz. Asfalta çizilmiş trafik çizgilerinin rengi, trafik ışıklarının yerleri, sokakların genişliği, ağaçların renkleri, tepenizden yağan yağmurun, karın sesi, arabaların, evlerin ve posta kutularının şekli, her şey, her şey çocukluğunuzdakinden farklı olacak. Hissedeceksiniz, bileceksiniz oraya ait olmadığınızı. 

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü radyo ve televizyonlarda duyduğunuz sesler bir süredir geliştirmeye çalıştığınız yabancı bir dilden ibaret olmayacak artık sizin için, bir Karadeniz türküsü arayacak misal kulaklarınız trafikte giderken doğal seyrinde radyodan gelecek ama siz o CD'yi yerine tıkıştırmadan o sesi asla duyamayacaksınız. Günün sonunda ''Empire state of mind'', Kazım Koyuncu'nun ''Dido'' diyen sesinin yerini tutamayacak.

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü kendi mutfağınızda pişirdiğiniz mercimek çorbasının tadı bile farklı olacak, patatesin havucun GDO'sundan. ''Greek yogurt'', Sütaş'ın dandik yoğurtlarının yerini bile alamayacak. Hiçbir süt AOÇ sütü gibi lezzetli olmayacak. Değişiklik olsun diye iskender yemeye gidemeyecek, hamsi tavayı rüyanızda göreceksiniz. Susamlı simit ve közde mısır gibi mütevazi lezzetlerden bahsetmiyorum bile. Pizza, hamburger, makarna, patates, patates ve patatesten içinize fenalık gelecek. 

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü kitapçılar eskisi kadar keyif vermeyecek. Aksine, yabancılığınızı sinsi ve entelektüel bir nezaketle daha çok yüzünüze vuracak, çünkü artık raflarda Cemal Süreya'lar, Kemal Tahir'ler, Orhan Veli'lerle karşılaşmayacaksınız.. Bir tanesini huzurla raftan alıp ruhunuzu okşayacak o cümlelerle asla karşılaşamayacaksınız. Kitap ayraçları yabancı, ajandalar yabancı, takvimler yabancı bakacak. Kitaplığınızı bir kaplumbağa gibi valizinizde taşımak zorunda kalacak ve sığıştıramadığınız, geride bırakmak zorunda kaldığınız her bir kitabın altında biraz daha ezileceksiniz.

Yabancı hissedeceksiniz, çünkü o en sevdiklerinizle ancak ve en iyi ihtimalle haysiyetsiz bir bilgisayar ekranından hasret gidermek zorunda kalacaksınız. Ailenin küçükleri nerede, nasıl büyümüş, anneniz, kardeşiniz o ay en çok neye üzülmüş, çok sevdiğiniz komşunuz neden taşınmış hepsi birer haber bülteni tadında kulağınıza çalınacak, dokunamayacak, hissedemeyeceksiniz sevdiklerinizi. Hiçbir şey ve hiçkimse, o kırk yıllık dostunuzla içtiğiniz acı kahvenin keyfini vermeyecek. Hastalıkta, mutlulukta ha deyince atlayıp gelemeyecek sevdikleriniz yanınıza, çünkü para bulsanız, vize derdi pis pis sırıtacak her daim. Malum, medeni ve gelişmiş, dolayısıyla vize alabilmek için öncelikle bir pislik muamelesi görmeniz gereken bir Batı ülkesindesiniz.

Yabancı hissedeceksiniz. Üzgünüm, ama bu hep böyle olacak. Böyle olmasaydı, başta Nazım Hikmet ve Ahmet Kaya olmak üzere pek çok kişi mutlu ve huzurlu gözlerini yumardı bu hayata. Onlar bir gün döneceğim umuduyla değil, ''çok şükür medeniyetteyiz'' huzuruyla yaşarlardı. Bugün imkan ve para sahibi herkes akardı o pek gelişmiş ve medeni ülkelere. Gidenler de dönmezlerdi ilk fırsatlarda.

Kabul ediyorum, romantize ettim. Huyum kurusun, severim. Fakat gerçekleri, kendi gerçeğimi de bilirim. Ben bu ülkenin evladı, iyisiyle kötüsüyle bu kültürün ürünüyüm. Ben ancak buraya köklenir, ancak burada nefeslenirim. Başka yerde kurumasam bile, solarım. Belki bir gün yine gider, yaşarım. Ama bir gün döner gelir, yine renklerimi ararım. 

Türkiye'den defolup gittiğinizde sizi bekleyen hayat on günlük yurtdışı tatilleriniz ve birkaç aylık Erasmus/Exchange günlerinizdeki gibi olmayacak, belirteyim. Hiçbir ülke, hiçbir toplum size kollarını açıp bağrına basmayacak. Bütün bunlar ve daha sıralayamadığım başka pek çok şey ışığında, yine gitmek istiyorsanız, tabii ki defolabilirsiniz, saygı duyarım. Fakat lütfen, bir zahmet bırakın, biz bu ülke gönüllüleri ve sevenleri burada yaşayabilelim.



Yorumlar

  1. Bizim toplumumuz bize ne kadar kucak açıp bağrına basıyor; polislerin kucağından ya da hapishane bağrından bahsetmiyorsak ve toplumun yarısından fazlasına ait hükümetin de çok kıymetli alkışlayıcısı da değilsek...

    YanıtlaSil
  2. Bir yili askin süredir Almanya'da yasiyorum, acikasi cok rahat ve tatminkar bir isi birakip, hayat sartlarimdan taviz vererek geldim. Kafamda hala farkli soru isaretleri var ama saydigin sorunlarin büyük bir kismini yasamadigimi söyleyebilirim. Türklere karsi genel ön kabuller var dogru ve yer yer irkcilik boyutuna da ulasiyor mu, sanirim evet. Fakat kendimi Istanbul'a göre daha rahat hissettigimi söylemeliyim. Kisinin kendi beyninde ve kültürel konumlanmasinda bitiyor bir cok sey diye düsünüyorum. Dolayisi ile kimsenin kararini ne yermek ne olumlamak haddime. Takildigim tek nokta, bunu yapabilecek cesarete sahip olmayanlarin ve rahatindan ödün veremeyenlerin bos bos atip tutmasi, yoksa böyle bir karar almayi kendi acisindan dogru bulmayanlara saygim sonsuz.

    YanıtlaSil
  3. Ben Istanbul'da 4 sene Müh. olarak büyük bir sirkette calistim. Kendi ülkemde kendi insanlarimdan gördügüm düsmanlik Almanya'da gördüklerimden kat be kat fazlaydi. Isyerinin "memur" larina yani beyaz yakalilara yillik izinlerini vermemesi de kabul edilebilecek bir sey degil. Burada ise yillik izinlerinin hepsini almaya zorluyorlar.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"