Kartondan Kurtçuklar ve Oğuz Atay Günlükleri

İlkokul 5. sınıftayım. Türk şairlerinden dörtlüklerle, dünya klasiklerinden kesitlerle ders aralarını süsleyen şahane bir sınıf öğretmenim var. Dersin en tatlı yerinde, sınıfın en sessiz anında: ''Artık inan bana muhacir kızı / Dinle ve kabul et itirafımı'' diyen sesi bugün bile hala her okuduğumda Mona Roza'yı kulaklarımda. Jean Valjean'ın Cosette için yaptıkları, Fantine'nin trajik ölümü.. Mona Roza ve Sefiller, bugün dahi benim için çok özeller.

Haftanın kitap kurdunu seçerdi bu pek sevdiğim öğretmenim. Her hafta okuduğumuz kitapların sayfalarını toplar, haftanın kitap kurduna kartondan sevimli bir kurtçuk ve bir de kitap hediye ederdi. Okumayı zaten severdim ama, o sene başkaydı. Öyledir, ilkokulda öğretmeni sevmek çocuk için bambaşka bir sevmektir. O da sizi sevsin ister, onun için çabalarsınız. Okulla ilişkiniz, öğretmeninizle paraleldir; öğretmeninizi severseniz, okulu da seviyorsunuz demektir, sevmezseniz haylaz damgası yemeniz kaçınılmaz olur. Ben nasıl bir sevmişsem, birkaç hafta sonunda masam karton kurtçuklarla doldu. Geceleri geç saatlere kadar kitap okur, sabah erkenden enerji dolu okula gitmeyi başarırdım. En sonunda çok sevdiğim öğretmenim bana kitap okumayı yasakladı. Hiç anlamadım. Meğer, geceleri de uyumayıp okuduğumu öğrendiğinde, hırs yaptığımı düşünmüş, haftalar boyunca benden başka kimse kitap kurdu olamayınca da sınıf arkadaşlarımın şevki kırılmış, bırakmışlar okumayı, yarışma benim yüzümden amacını yitirmiş. Anneme durumu izah edip gece saatlerinde kitap okumamamı sağlamasını istemiş. Hırs yapmadığımı, sadece okumayı ve onu çok sevdiğimi ona hiç söyleyemedim.. 

***

Lise sondayım. Üniversite sınavı belası, malumunuz.. Çirkin testler, deneme sınavları, sınav tekniği, süre yetiştirme derdi.. Kafam olmuş ösym. Kaçacak yerim, sığınacak limanım nerdeyse hiç yok. Haftaiçi okul, haftasonu hatta bazen haftaiçi dershane. Dört bir yanım sarılmış, 1914'ün Anadolusuyum. Bir tek kitaplarımda teselli buluyorum yine. Onları da ancak uykudan önce okumaya fırsat bulabiliyorum. Ama bu sefer de, kitabın içine dalıp saati unutuyor, sabahlara kadar kitapla uykusuz kalıyorum. E artık çocuk da değilim, nerdeyse her sabah sürünerek okula gidiyorum. Bazı sabahlar kapı zili sesiyle uyanıyorum, diafondan sesler: ''Abla, Merve yine mi uyanamadı?'' Annem mahçup, ''Kusura bakmayın, hemen iniyor!'' Annem gelip alelacele giyinmeme yardım ediyor, kendimi servise dar atıyorum. O sene servis şoförüm olan o abiye de hiç söyleyemedim ona olan sevgimi ve minnetimi. Bana olan anlayışı ve şefkati sayesinde o sene devamsızlıktan kalmadım galiba. En sonunda Gazap Üzümleri'ni bitirdiğim sabah, sınav bitinceye kadar bu kez ben kendime kitap okumayı yasaklamak zorunda kalmıştım.

***

Artık kitaplar konusunda kendimi kontrol etmeyi az çok öğrendim. En azından, uykudan önce ne tür kitaplar okursam uykumun kaçmayacağını artık biliyor, ona göre seçim yapıyorum. Romanlardan uzak duruyoruz misal. Şiir kitapları, denemeler, kısa öyküler, bazı incelemeler ve galiba en sevdiklerim, günlükler, uyku öncesi için idealler. Son zamanlarda okuduğum uyku öncesi kitabımsa Oğuz Atay'ın Günlük'ü. Baya, gerçek 1970'li yıllarda tuttuğu, ''Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptırdınız.'' diyerek 25 Nisan 1950'de yazmaya başladığı günlüğü. İletişim Yayınları'nın çıkardığı, sağ sayfalarda el yazısıyla, sol sayfalarda normal baskı yazısıyla okuyabildiğiniz, fotoğraflarla desteklenmiş, şahane bir kitap. Üşenmiyorum, şahane bulduğum, bugünümüze de hitap ettiğini düşündüğüm, 5 Ocak 1975 günü yazdıklarının bir kısmını da sizlerle paylaşmak istiyorum, buyrunuz efenim, afiyetle.. 


''... Türk aydını ülkesine yabancılaşmıştır. Batıcılar da, Ortaçağ karanlığını yaşayanlar da gerçeği bir yönünden görmek istiyorlar. İnsanımız bütün boyutlarıyla kendisine sahip çıkacak aydınları bekliyor. ... Biz geri kalmış bir ülke değiliz, fakir düşmüş bir soyluya benzetilebiliriz ancak. Arap ülkeleri bütün petrol gelirlerine rağmen ne yapacağını, parasını nasıl kullanacağını bilmiyor. Amerikalı, Avrupalı da kendi dışındaki kültürleri sadece inceler; bizim samimiyetimiz ve sıcaklığımızla benimsemez. Bu soğuk ve mesafeli bir davranıştır. Öğrendiklerini istismar etmek ister. Bu yüzden kaliteyi sömürür. İnsanla ilgisi, sadece kendi insanı bakımındandır. Bir Afrikalıyı, bir Hintliyi, bir Çinliyi, bir Rus'u, bir Türk'ü hissedemez içinde. Her şeyi bir anatomi masasına yatırır, kusurlarını ortaya koyar, sahip olabileceklerini alır -mülkiyet duygusu-. ... Batılı değerlendirir, biz severiz. ... Batılı gerçekten hesaplıdır, dostluk, yardımlaşma gibi sözler kalıplardan ibarettir. Biz de onlara özeniyoruz. Nihilistler çıkarıyoruz. Bayramlar, törenler anlamını kaybetmiştir. Aydınımız ülkesinde kendini yabancı hissediyor. Ülkemizi sevmiyoruz, kaçıp gitmek istiyoruz. Kötü yöneticiler, aydınlar halkla ilişki kurmasını becerebildiği halde, biz halkı sevmediğimiz için kendimizi ülkemizde istenmeyen bir misafir gibi hissediyoruz. Bu yüzden onu tanımak, onun derinliğini, ruhunu hissetmek istemiyoruz.
... Toplumcu aydınlar da halkı istatistiklerin rakamları ya da kitaplardaki teorilerin örnekleri olarak görüyorlar. Bazımız Batı'dan korkuyoruz, bazımız Doğu'dan ve en çok halktan kopuyoruz. Halkın içinden gelen aydınlar bile hemen burjuvalaşıyor, burjuvalara kendini beğendirmek için romanlarında, hikayelerinde yarım yamalak öğrendiği görülmemiş burjuva biçim inceliklerine özeniyor ya da halkının şivesini taklit ederek halkını burjuvaya turistik bir eşya gibi satmaya kalkıyor. ... İlerici, gerici her türlü akımların tekelini ellerinde tutan küçük yarı-aydın çetesi, yıllardır kendini yenileme gerçeğini duymadığı için bugün artık yerini kaybetmemek için ancak bezirgan oyunlarıyla ayakta durmaya çalışmaktadır. ... Birbirlerine ödül dağıtan, oyunun kurallarını bozmaya cesaret edemeyen bu kuru kalabalık, aslında tek bir kütledir; ilericilik-gericilik kavgası görünüşte bir çekişmedir. ...''   









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"