Père Lachaise'de Bir Kayıp Mezar: Ahmet Kaya

Okumayı sevdiğim kadar yazmayı, belki ikisinden çok paylaşmayı severim. İki kardeşle büyümenin en şahane yanlarından biriydi benim için paylaşmayı öğrenmek. Şahane şekillerde öğrendim ben paylaşmanın ne olduğunu, nasıl bir duygu olduğunu kardeşlerimle. Akşam oturma odasında televizyon karşısında sere serpe otururken maaile, biri kalkarsa şayet ayağa, giderse mutfağa, bir şey isteyip istemediğini içerdekilere sormayı o çocukluk akşamlarından öğrenirsin misal, veya sormadan getirmeyi ne aldıysan kendine birer tane de kardeşlerine. Ne gelirse eve, o anda yanında olsun olmasın, muhakkak üçe bölünür, eksik olanın payı saklanır. Güle oynaya, seve isteye kardeş payı edilir. Bu yüzdendir misal ''Bu da Feyza'mızın'' dediğinde Metin-Ali Özdemir, gözlerim dolar. (bknz. Kardeş Payı 1. bölüm sonu)

Velhasıl bütün bu sosyal medya iletileri, dondurmakutusu çabaları, aman onu da koyayım, şunu da anlatayım derdi, paylaşmaya duyduğum sevgiden gelir ve fakat bazen öyle çok uçuşur ki kelimeler kafamın üstündeki baloncuklarda, bir türlü bir araya gelip de anlamlı cümleler oluşturamazlar zira çok tazedir, dumanı üstündedir, hazır hale gelmemiştir o paylaşım anına. Demlenmesi, durulması gerekir kelimelerimin ki, orada bir yerlere küçük de olsa dokunabilsin cümlelerim. İşte aynı şekilde aylar öncesinde yoğun duygularla ziyaret ettiğim kabri Ahmet Kaya'nın dökülemedi cümlelere bir türlü.. Bugüne dek.

Buz gibi Paris sokakları, kokmuş metro istasyonları ve uykusuz gözlerle arşınladık yolları o sabah en sevgili dostlarımdan biriyle. Fransızlar ''Cimetière du Père-Lachaise'' demişler, biz ''Ahmet Kaya'nın olduğu mezarlık'' diyoruz kendi aramızda. Paris'in en büyük kabristanı, Balzac'tan Oscar Wilde'a, Maria Callas'tan Chopin'e pek çok ünlü isim burada. Bir de Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya var ve fakat bu koca kabristanda aradığımızı bulabilmek için buluşturduğumuz haritada Ahmet Kaya'nın yeri yok! Bulabilmek bütün bir günümüzü alabilir, Vikipedi'ye göre 44 hektar, koca bir alan! Sıkışık mezarlar, tek tek okusan günü bırak ömrün yetmez. Umutsuzluğa kapılıyoruz. Yüzüm düşüyor, ayaklarımın ağrısını daha çok hisseder oluyorum. Hava buz, burnumuz donmuş. Bir yere çöküyorum en sonunda, yılgın, ümitsiz, biraz da öfkeli oturduğum yerden inceliyorum etrafı. Hava bulutlu, mezarlıkta oluşumuzun hakkını veriyor. Ve fakat benim güzel dostum yılmıyor, elinde harita, örümcek hisleri devrede devam ediyor taramaya. Ben de o sırada göğe bakmaktan vazgeçip telefonuma dönüyor, internetten bir yer bilgisi bulabilir miyim diye aranıyorum. Bulamıyorum bir şey. Birazdan adımı işitiyorum az ilerden! Örümcek hisler işe yaramış, çok değil, benim çöktüğüm yerin birkaç adım ötesinde bulmuş kabri benim güzel dostum.

Ahmet Kaya hakkında kitaplar devirmedim. Literatürler tarayıp hakkında dönen her muhabbetin altını üstüne getirmedim. Ailesini, gelmişini geçmişini deşmedim. Oturup saatlerce çene yarıştıramam yani hakkında, bilirim haddimi. Ama kendini ''ülkücü'' diye tanımlayanların, ''ülkücü'' diye tanımlanan müzisyenlerin kasetlerinin üstüne Ahmet Kaya şarkıları çekip gizli gizli dinlediği insanlar tanıdım misal. Ve Ahmet Kaya dinlediğim için benle tartışmaya girmeye çalışan, ''ama o da bık bık'' diye bitmek bilmeyen nefretlerini üstüme kusmaya, beni ''doğru yola'' getirmeye çalışan pek doğru (!) insanlarla muhatap olmak zorunda kaldım. Anlatamadım onlara bir Ahmet Kaya şarkısının kalbimi nasıl doldurduğunu, kimselerin dokunamadıklarına tek başına nasıl dokunduğunu.. Tek başına bir şarkının devleşip beni nasıl anladığını anlatamadım. Anlatamazsınız. Anlamazlar. Melankoliklikle, acıyı sevmekle, kırolukla, daha da fenası vatan hainliğiyle suçlarlar.

Heyecanla vardım mezarı başına. Henüz kurumamış çiçekleri gördüm. Mezarı üstüne yazılanları, kazınanları gördüm.. İçimin yangını iki damla oldu süzüldü. Çok geçmedi, kalabalıklaştı mezarın başı. Bir anda 8-10 kişi oluverdik nasıl olduğunu anlamadan ben. Fotoğraf çekenler, bir sigara yakanlar, Fatihalar okuyanlar ama ne olursa olsun mezarın başından ayrılamayanlar. Ne kadar kaldık öyle bilmiyorum. Ayrılası gelmedi kimsenin. Sigaralar bitti, ikinciler yakıldı. Sohbetler koyulaştı. Hüzünler karıştı. Şarkıların yerini bir mezar taşı aldı, tuttu birbirini tanımayan insanları tanış etti. Ne Kürt kaldı ne Türk, ne Paris kaldı ne İstanbul.

Père Lachaise, Paris'te şehirden uzakta, metro hatlarından biriyle kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir yerde. İster misiniz, yolunuz düşer mi bilmem, ama Ahmet Kaya orada bir yerde, muhtemeldir hüzünle yatıyor. Ben şanslıydım, beni ben kadar, belki benden daha fazla düşünen bir dostum vardı yanımda ve gördüm dünya gözüyle. Sonradan öğrendim, herkes benim kadar şanslı değilmiş, görmek isteyip eli bağrında dönen çok olmuş. O pek kullanışlı haritalarda yok zira daha önce de belirttiğim üzere, kendi imkanlarınızla bulmak zorundasınız mezarın yerini.

Sazı vermeden kendisine, son olarak naçizane; yargılamadan tek bir kez sükunetle dinlemeyi deneyin Ahmet Kaya'yı. Hissetmeye çalışarak, merak ederek. Dokunamadıysa sizde bir yere, dinlemeyin zaten daha da. Ama ne olursa olsun dokunmayın dinleyene, tükürmeyin nefretinizi pervasızca, o kadar vicdansız, o kadar hadsiz olmayın.

Sevgiyle..




Siz Yanmayın

Ağlama bu günler de geçer babam
Ağlama bu dertler elbet biter babam
Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet
Ben yandım sen yanma Allah aşkına

''burda bu şarkımı söylerken, benim Türkiye'de yaşadığım çok zor günlerde bir merhabasını istediğim, fakat o merhabayı benden esirgeyen ulusal anlamda bu kaderi paylaştığım, bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir.. umarım beni anlarlar.''

İki damla gözyaşımla
Satıldım pazarlarda
Kırdılar yüreğimi
Kırdılar azarlarla
Sürgünlere yolladılar
Sabah dörtte yağmurlarla
Ben yandım
Siz yanmayın Allah aşkına

''şimdilik hoşçakalın gözüm! hoşçakal, ey sevgili Türkiyem!''












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"