.. ve ekledi: why not?

Ruanda, Afrika'nın denize kıyısı olmayan küçük bir ülkesi. Ben bu ülkeyi 1994 yılında yaşadığı korkunç soykırım üzerine üniversitede hazırladığım bir ödevle tanıdım, ancak bu yazının konusu olmayacak bu soykırımın hikayesi. Pek çok benzerlerinde olduğu gibi zamanında görmezden gelinmiş, müdahale edilebilecekken edilmemiş, ancak iş işten geçtikten sonra bir şeyler yapılmaya çalışılmış, konuşulmaya, anlatılmaya ve ''soykırım'' diye adlandırılmaya başlanmış olan bu korkunç olayla ilgili ufak bir araştırmayla az çok bilgi sahibi olabilirsiniz. Bir de Otel Ruanda isimli bir film yapılmış hakkında, izlemesem de başarılı olduğunu duydum, buraya bırakıyorum.

Ben size Ruanda'nın soykırımdan sonra yeniden doğuşu esnasında yaşadığı değişikliklerden birinden bahsedeceğim. Birkaç yıl önce Ruanda meclisinin yarısından fazlasını kadınların oluşturduğunu ve bunun dünyada bir başka emsali olmadığını okumuştum. Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülkede kadınların karar mekanizmalarındaki katılım oranları malumumuz. Bunun elbette ki pek çok sebebi var ve çok yönlü bir mesele. Ancak Ruanda gibi hani şu pek çokları tarafından bugün bile hala ilkel kabul edilen Afrika kıtasında ve başını belalardan henüz kurtarmış olan bir ülkenin kadınları bu mevzuda adeta başka bir dünyada yaşıyor. 

Efendim, kader yine ağlarını ördü ve ben bugün Ruanda büyükelçisi Williams Nkurunziza'ya bu konudaki merakımla ilgili sorumu yönelttim: nasıl oldu, neler oldu da kadınlar bu oranda parlamentoda kendilerine yer bulabildi? Bunun arkasında yatan en önemli sebep neydi?

Kendisi öncelikle bu durumun parlamentoyla sınırlı olmadığını anlattı. Toplumun pek çok kesiminde, devletten özel sektöre pek çok farklı sektörde kadınların oldukça aktif olduğunu anlattı. Ayrıca bu durumun yönetim kadrolarında da kendini gösterdiğini, misal ülkedeki özel şirketlerin yarısının kadınlar tarafından yönetildiğini, Ruanda için özellikle büyük önem arz eden iki bakanın, dışişleri ve tarım, kadın olduğunu anlattı, ve ekledi, why not?

''Kadınlar toplumumuzun yarısını oluşturuyorlar ve 1994 öncesi okula gönderilmiyor, bırakın kredi almayı kocaları olmadan bankalarda hesap dahi açtıramıyorlardı. Dezavantajlı bir pozisyondalardı ve biz bunu değiştirmek istedik, bunun için de yasaları değiştirip düzenlemekle kalmadık, pratikte de uygulamaya geçmesi için ne gerekiyorsa yaptık. Örneğin parlamentoya %30 kadın milletvekili kotası koyduk. Bugünki %63'lük oransa kadınların başarısı, seçimlere girdiler ve kazandılar. Biz bir karar verdik ve uyguladık.'' diyor ağzın en lezzetli baklavalara gelsin dediğim büyükelçi. 

Bunun anlamı bana göre şu, gerçekten istemişler ve yapmışlar. Kadınların potansiyelinin farkına varmış ve haklarını teslim etmişler. Yerleşmiş kültürel ve yasal kuralları değiştirmeyi demek ki gerçekten istemişler. Tilkiyle leyleğin hikayesindeki gibi, leyleğin önüne yayvan bir kase koyup ''buyur yiyebiliyorsan ye'' dememiş, ona hakkını gagasına uygun bir kaseyle sunmuşlar. Ve belli ki kadınlar da bu konuda istekliymişler ki, haklarına sahip çıkmış, %30'u %60'lara taşımışlar. 

Başta da söylediğim gibi, elbette ki bu çok yönlü bir mesele. Ancak bu, aynı zamanda tümden gelmesi gereken bir mesele, yani öncelikle yasalarla ve teşviklerle tepeden aşağı değişebilecek bir mesele. Ancak sağlam ve uygulanabilir yasalar zemininde, güzel emsallerle birlikte ve bu yasaların keyfe göre değil olması gerektiği gibi uygulanacağına dair güvenle kadınlar cesaretlerini toplayacak, potansiyellerinin farkına varıp elini taşın altına koymaya başlayacak, harekete geçeceklerdir. 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"