Pierre Loti'de Bir Çaçaron

Kaç zaman olmuş görmemişiz birbirimizi, patlamalar, kazalar, cenazeler.. Zor günler geçirmişiz, sevdiklerimizle son kez vedalaşmış, kaybetme korkularımızla, ölümün soğukluğuyla yüzleşmek zorunda kalmışız. Ve tüm bunların ardından bir araya gelmiş, iki satır nefeslenelim, hayatta hala güzelliklerin varlığına inancımızı ve devam etmemizin harcı umudumuzu tazeleyelim, hasret giderelim diye sözleşmiş, İstanbul'un nerelerinden kopmuş gelmiş, şansımız yaver gitmiş, istediğimiz bir köşeye kurulabilmişiz bu güzel tepenin bu pek meşhur çay bahçesinde. Hava güzel, manzara güzel, biz güzel, tutturmuşuz bir sohbet güzel.. ''Ay çok yorulduk, kızlar şurda bi fotoğraf çekilebilir miyiz?" diye bir ses geliyor yüksek perdeden. Biz iki naif, biz iki saf, bunu zarif bir soru cümlesi sanıyor, kibarca "tabi tabi" diyoruz. Fakat biz daha ikinci "tabi"ye geçemeden Doğu Alman güreşçisi boyutlarındaki enine boyuna ablamız tüm eşyalarını masanın yarısına yerleştirip gelip pat diye oturuyor boş sandalyeye. Biz iki saf, yorulmuşlar, eşyaları da duruversin iki dakika fotoğraf çekerken ne olacak canım, diyerek içimizden iyi niyetle, sohbetimize devam etmeye çalışıyoruz fakat bir sıkıntı var, çok geçmeden birbirimizin sesini duyamaz oluyoruz ablamızın desibel ivmesi giderek artan sesi yüzünden. "Ya sabııır, neyse birazdan giderler," bakışıyla çaylarımızdan bir yudum alırken, ablamızın daha küçük ebatlarda ve daha az çaçaron modeli ekürisi bir sandalye kapmış gelmiş, ablamız da yine yüksek perdeden "Ay çok yorulduk kızlar şuraya biraz oturuyoruz, vallahi çok kalabalık başka yer yok!" derken sigarasını yakıp dumanını bize savuruyor.


Kalabalık mı? Pazar günü Pierre Loti Tepesi? Hadi yaa emin misin ablacım bi yanlışlık olmasın? Allah Allah.. Niye öyle olmuş ki o?!?!
Biz tüm iyi niyetimizle şaşırmaya devam ederken (evet çok şükür hala şaşırabiliyoruz) tüm manzara, her şeye rağmen kuş sesleri, hafif esen meltem, bir anda masamızdaki varlığı inkar edilemez cüssesi, mütemadiyen yükselen sesi ve sigara dumanıyla birlikte Doğu Alman çakması çaçaron abla oluveriyor.

Umudumuzu tazeleyecek, iyi şeylerin varlığını falan hatırlayacaktık hani biz bugün..

Biz iki saf şaşırmaya devam ederken ataları muhtemeldir taaaa Varlık Vergisi dönemi kırk yıllık komşularını yağmalayan ahlaksızlara dayanan bu abla götüm götüm bizi masamızdan göndermeye başlamış, önce kendine göre bir kibarlıkla(!) sonra yadsınamaz varlığı ve psikolojik yıldırma politikalarıyla. Biz kafa olarak oradan çoktaan uzaklaşmışız bile..

Bu çirkinliği, bu ahlaksız yüzsüzlüğü, bu kötü niyeti fark ettiğimde kendime geliyorum. Belli ki uzaktan güç yetirebileceğini düşünüp bizi gözüne kestirmiş, hayatını bir ''state of nature''da yaşamanın verdiği özgüvenle, cüssesine ve yüzsüzlüğüne de güvenerek bizi av bellemiş, yerimizden edecek.

Ama işte, o işler her zaman öyle kolay değil. Evet cüsse olarak iki katımız olabilirsin, çaçaronluk ve yüzsüzlükte yanına bile uğrayamayız, ama 35 sene boşa okumadık, bu işleri Thomas Hobbes'dan, John Locke'dan okuduk, efsane hocalardan dinledik biz, hayır ablacım o işler her zaman öyle kolay değil.

"Ablacım sen fotoğraf çekiyodun geldin masamıza oturdun? Birbirimizin sesini duyamıyoruz sohbet edemez olduk?'' Hiç oralı olmuyor, daha az yüzsüz ekürisine poz vermeye devam ediyor.

''Bak sigaranı da yaktın, biz sigara dumanından rahatsız oluyoruz kullanmıyoruz biz.''

Şöyle bir kıpırdanıp Kraliçe Elizabeth'in 247567. dereceden çakması bir pozla ''Senle hiç tartışmıycam,'' diyor.

Benle tartışmıycakmış! Oysa ki ben bugünümü senle tartışmaya ayırmış, bir yüzsüz gelse de iki kuruşluk keyfime keder olsa diye buralara kadar gelmiştim, iyi dedin onu.

''Neyse bırak, şikayet ederiz,'' diyor tüm naifliğiyle arkadaşım birilerini ararken gözleriyle.

''Ablacım sizi bekliyoruz çektiyseniz fotoğrafınızı,'' diyorum.

''Ben de sizi şikayet ederim,'' diyor.

Bak bak, Yavuz, ay pardon Yavuz abime haksızlık edemem, yavşak hırsıza bak seen, bir de beni şikayet edecekmiş.

''Buyrun edin,'' diyorum.

Giderek kısılan ses homurtularla azalarak yok oluyor ve bir sigara dumanı kalıyor ablanın yerinde.

***

İşte biz böyle böyle yıldırılıyoruz. Bizim kadar naif, bizim gibi zarif insanlar, bu medeniyet bilmez sınır tanımaz yüzsüzler tarafından böyle böyle vazgeçiriliyoruz bu güzel manzaralardan, bu güzel şehirlerimizden, bu güzel ülkemizden. Bak din, dil, ırk ayırmıyorum, dikkat et, yanlış anlama, sınır tanımaz bir yüzsüzlük, bir ahlaksızlık, bir aymazlıktan bahsediyorum. Bunun dini, dili, ırkı olmaz.

Fakat benim bunlara bırakmaya hiç niyetim yok ağır bedeller ödeyerek emanet aldığımız bu güzellikleri. Bir gün aynı ahlaksızlığı yapacak kadar alçalırsam, benim için de bu kelimeleri rahatlıkla kullanabilirsiniz, helaldir. Ancak ben tüm nezaketimi, iyi niyetimi ve umudumu her şeye rağmen korurken birilerinin bana bunu yapmasını kabul etmiyorum. Gitmiyorum kardeşim, bırakmıyorum. Ne yaparsan yap, burası benim ülkem, benim vatanım, benim kültürüm, ben orada bir yerde oturup kah sevdiklerimle kah keyfim ve kahyasıyla oturup çayımı içmeye devam edeceğim, haberinde olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"