''Seven kıskanır'' mı acaba?

Öğle yemeğim için bir kafeye oturuyorum, yalnızım. Çok geçmeden yan masaya hal ve tavırlarından çift oldukları anlaşılan iki genç oturuyor. Bir süre sonra erkek olan gencin, diğerinin telefonunu incelediğini ve orada karşısına çıkan erkek isimleriyle ilgili kızı sorguya çektiğini fark ediyorum. Masalar bizde malum, oldukça yakın dolayısıyla dinlediğim takdirde ne konuşulduğunu duyabiliyorum. “Bu kim?” “O niye burada?” gibi sorular soruyor genç kıza ve o da karşı tarafa makul geleceğini düşündüğü açıklamalar yapıyor tane tane. Birer kahve içiyor ve kalkıyorlar ve o bir kahve içimlik zamanı böyle geçiriyorlar! Belli ki bir kahve içimlik imkânları var, onda da karşılıklı hoşbeş etmek, bir şeyler paylaşmak yerine “telefon kontrolü” ile zamanlarını hiç ediyorlar. Şaşkınım.

***

Üniversitede bir arkadaş ortamındayız. Türk yemekleri pişirip Amerikalı arkadaşlarımızı davet ettiğimiz akşamlardan biri, kültürlerarası renkli sohbetler eşliğinde, yiyip içerken hoş beş edeceğiz. Amerikalı çocuklardan biri bizim kızlardan birinin elbisesine iltifat ediyor neşeyle, elbisedeki kedi figürü ilginç gelmiş olmalı. Kız arkadaşımızın sevgilisi, kocaman açılmış gözlerle araya giriyor, bir şeyler koptu kopacak derken, bizim çocuklardan biri araya girip soğukkanlılıkla işi tatlıya bağlıyor, öfkeli sevgiliyi yatıştırıyor, şaşkına dönmüş Amerikalı arkadaşımıza durumu bir şekilde izah ediyor.

***

Dans etmeyi çok sevdiği halde sevgilisi izin vermediği için dansı bırakan, sevgilisi ortamını “sakıncalı” bulduğu için kendi mezuniyet törenine gitmeyen, karşı cinsten çocukluk arkadaşlarıyla sevgilisi rahatsız olduğu için artık görüşmeyen, hatta karşı cinsle arkadaşlık kurmayı, selamlaşıp sohbet etmeyi sevgilisi/eşi uygun görmediği için toptan bırakan, sonlandıramadığını minimize eden, yurtdışı yurtiçi seyahati bırakın sinemaya, konsere, tiyatroya veya bir başka etkinliğe sevgilisi mani olduğu için gitmeyen, istediği kıyafeti sevgilisi delirdiği için giymeyen…

Ve bunlar gibi daha pek çok kısıtlamayı sevgilisi ve sevgisi uğruna sineye çeken kız arkadaşlarım…

“Peki neden?” diye sorduğumda aldığım cevap ibretlik: “Çünkü çok seviyor, o yüzden de kıskanıyor…”

Hatta bazısı iyice delirip şu cevabı bile verebiliyor: “Tabii ki kıskanacak, kısıtlayacak, bu bizim doğamızda var. Hem biliyo musun eşini kıskanmayan tek canlı domuzmuş!”

?!!?!

Doğamızda varmış?

Çok seviyormuş?

Acaba?

***

Emre Kongar, ikiz kızlarına mektuplar formatında kaleme alınmış ve Remzi Kitabevi’nde onlarca baskı yapmış “Kızlarıma Mektuplar” adlı kitabında şöyle diyor:

“Bütün bunların sorumlusu erkek egemen feodal kültürdür. […] Kıskançlık, pek çok kişinin öne sürdüğü gibi, erkeğin sevdiğini başkasına kaptırma korkusundan ya da rekabet duygusundan değil, sadece ve sadece ilkel bir egoizmden kaynaklanır. Erkeğin kıskandığı, kadının konuştuğu, ya da selam verdiği kişi değil, doğrudan doğruya, kadının, erkeğin denetimi dışında yani özgür iradesiyle davranması olgusudur. […] Çünkü kıskanan ve bunu şiddet yoluyla dışa vuran erkek, aslında ilkel bir anlayışla, kadını malı gibi gören, onun özgürlüğünü ve özerkliğini, kısacası kadının da kendisi gibi bir insan olduğunu reddeden erkektir. Nereden biliyorsun mu diyeceksiniz? Çok basit: Erkekler, kadında kıskandıkları davranışları bizzat yapma hakkını kendilerinde nereden buluyorlar?”
Sahi, bir erkek bir başka kadına iltifat edebiliyor, sosyalleşebiliyor, istediği gibi hareket edebiliyorken, yurtiçi ve yurtdışı seyahatlere de gidiyor, istediği hobiyi, sporu da yapabiliyor, karşı cinsten dost, arkadaş edinebiliyor, telefonlarına şöyle bir uzansak kişilik haklarına ettiğimiz saygısızlıktan aymazca söz edebiliyorken…

Neden kadınlara bu çifte standart reva görülüyor? Bu noktada yine Emre hocama dönüyorum:

“Burada dehşet verici gerçek, annenin de, yani ailedeki kadının da erkek egemen feodal kültürün taşıyıcısı olması: ‘Aman kızım çok gezme adın çıkar.’ ‘Aman kızım baban duymasın çok kızar.’ ‘Aman kızım, erkektir yapar.’ ‘Kocadır döver, ne yapalım.’ Erkek egemen feodal değerlerin yeni kuşaklara tüm ilkelliğiyle aktarılmasında ne yazık ki kadınlarımız da erkeklerimiz kadar, belki de onlardan daha suçludur.”
Evet, bir de kadının kadına zulmü var maalesef. Aslında hiç de yabancısı olmadığımız fakat sıklıkla göz ardı ettiğimiz…

***

Peki ya “güven”?

Sadakatine, insan ilişkilerine, kalitesine ve kişiliğine güvendiği ve aynı zamanda çok sevdiği ve dolayısıyla incitmekten korktuğu kişiye neden ve nasıl bu tarz baskı ve kısıtlamayı reva görür insan? Yok, madem güvenmiyorsa, o zaman nasıl birlikte olabilir güvenemediği biriyle? Bir türlü çözemediğim bir oksimoron bilmece.

Bu durum ayrıca beyleri sevgileri uğruna emek verme zahmetinden de kurtarıyor, “kıskançlık” kisvesinde yaptıkları baskılar, psikolojik ve fiziksel şiddet akıl almaz bir şekilde “sevginin göstergesi” oluveriyor ve bizim kızlarımız da bu zokayı afiyetle yutuyor. Gerçek sevginin ihtiyaç duyduğu anlayış, güven, tatlı söz, güler yüz az da olsa emek istiyor ama tabii şimdi kim uğraşacak tüm bunlarla cepteki “maçoluk” kredisinden yemek varken… Tatlı söz, güler yüz için kaliteli vakit geçirmek, mesela oturup hoş sohbetler edebilmek için bir bilgi, görgü, kültür birikimi, bütün bunlar için de az da olsa okumak, gezmek, araştırmak, merak etmek, yani emek gerek. Oturup telefon kurcalayıp “sakıncalı” ayıklaması yapmak varken temiz temiz(!), şimdi kim uğraşacak bütün bunlarla değil mi? 

“Sen de hep erkeklere yükleniyorsun” diyenleri duyar gibiyim. Ancak hayır, o iş öyle değil. Bahsini ettiğim emek iki taraflı olmalı ki karşılığını bulsun. Bizim güzel kızlarımız da “seven insan kıskanır” tembelliğine sığınmak yerine karşılarında dolu sohbetler eden, jestler yapan, güler yüzlü beylere hak ettikleri geri dönüşümü yapacak durumda olmalı ki kısır döngüler kırılsın. İhtiyaç duyduğunuz, beklediğiniz ilgi ve sevgiyi “kıskançlık” çatısı altındaki ilkel davranışlardan ummayın, cinsler arası güç dengesizliğinde son tahlilde kaybedenin siz olacağınızı unutmayın.

***

O zaman yine kitaptan bir parçayla bitirelim, biraz da tavsiye mahiyetinde:

“Sevgili kızlarım, bilirsiniz, aşkın gözü kördür derler.
Bu yargı esas olarak doğrudur da.
İnsan gerçekten âşık olduğunda, karşısındakinin gerçek yüzünü pek göremez, onu hep bir bulut arkasında, çirkinlikleri törpülenmiş, güzellikleri ise abartılmış bir silüet olarak algılar.
Bir süre sonra evlenip cicim ayları geçince gerçek ortaya çıkar ama o zaman da artık çok geç olmuştur.
Bu nedenle kıskanç biriyle karşılaştığınızda, ya da size yaptığı baskıları kıskançlık maskesiyle örtmeye çalışan birini tanıdığınızda, daha yol yakınken hemen ayrılın.
Yoksulluk, çirkinlik, hatta eğitimsizlik ve tembellik bile, bir ailenin sıcak ve sevgi dolu havası içinde aşılabilir.
Ama ilkel kıskançlık asla.
Çünkü o, doğrudan doğruya sizin kimliğinize, kişiliğinize, özgürlüğünüze, özerkliğinize, kısacası insanlığınıza yönelmiş bir saldırıdır.
[…] henüz tanışmanızın ilk zamanlarında bile dışa vurulan aşırı kıskançlık eğilimleri, karşınızdakinin sizi malı gibi gördüğünün bir kanıtı ve daha sonraları, örneğin evlendikten sonra yaşayacağınız cehennem hayatının bir habercisidir.

Hiç unutmayın sevgili kızlarım, kıskançlık, hele aşırı kıskançlık, sevginin değil, ilkelliğin belirtisidir.”

Ayrıca bakınız:

Kızlarıma Mektuplar, Emre Kongar, Remzi Kitabevi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"