Doğası Gereği Çift Yaratılmış İnsan

Erkeklerin hakkında konuşmaktan bir türlü vazgeçemediği konu nedir?
Siyaset?
Futbol?
Ekonomi?
D hiçbiri: kadınlar.

Saçlarını kapatsınlar mı kapatmasınlar mı? İdeal etek boyu nedir? Hangi saatlerde nerelerde ve ne şekilde bulunabilirler? Hamilelikte ve regl dönemlerinde nasıl davranmalılar? İlle çalışmak isterlerse hangi meslek grupları onlara göredir? Kutsal annelik nedir ne değildir?

Mesela ben, muhterem dedem köşesinde otururken kız çocuklarının ne yapıp ne yapamayacağına karar verme gücünü elinde bulundurduğunu düşündüğü ve düşündürüldüğü ve bu gücü benim üzerimde uyguladığı için belli bir yaşıma kadar özgürce bisiklete binemedim. Sebebini sorduğumda aldığım cevap çünkü kız çocuğusun” olmuştu. 10 yaşındaydım ve kız çocuğu olarak bisiklete binememek için ne gibi bir suç işlediğimi aklım bir türlü almamıştı (hoş, hala almıyor ya neyse). Kafama yatmadığı için de kaçak göçek binebilmek için her yolu denemiş, henüz bacak kadarken kadın olduğum için yaşadığım haksızlıklara karşı ilk özgürlük ve hak mücadelemi bisiklet üzerinde kalmaya direnerek vermiştim. Neyse ki babam konuya bir süre sonra müdahale etmişti de, bir arabanın altında kalmaktan kurtulup mahallemizde daha güvenli bir şekilde bisikletime binebilmeye başlamıştım.

Ve fakat sanmayınız ki bu durum bizim memleketin erkekleriyle ve bizim dönemimizle sınırlı. Bundan tam 136 yıl önce Londra’da doğmuş olan Virginia Woolf zamanında da durum pek farklı değilmiş:

Bir yıl içinde kadınlar hakkında kaç kitap yazıldığı konusunda bir fikriniz var mı? Evrende belki de en çok tartışılan hayvan olduğunuzun farkında mısınız? Ben buraya bir defter ve bir kalemle gelip sabahı okuyarak geçirmeyi tasarlamış ve sabahın sonunda gerçeği defterime aktarmış olacağımı sanmıştım. Ama şimdi düşünüyorum da bütün bunlarla başa çıkabilmek için, en uzun ömürlü ve en çok sayıda göze sahip olmalarıyla tanınan hayvanlara çaresizce gönderme yaparak, bir fil sürüsü ve bir örümcek ordusu olmam gerekiyordu.
[…] Cinsiyet ve onun doğası pekala doktorları ve biyologları cezbedebilirdi, ama şaşırtıcı ve açıklaması zor olan gerçek şuydu: Cinsiyet, yani kadınlar, aynı zamanda uyumlu deneme yazarlarını, eli uzun romancıları, edebiyat ve sosyal bilimler alanında yüksek lisans derecesi almış genç adamları, hiçbir derece almamış erkekleri, kadın olmamak dışında hiçbir bariz özelliği bulunmayan erkekleri de cezbediyordu. Bu kitaplardan bazıları görünüşe bakılırsa yerli yersiz esprileriyle ciddiyetten uzak ve saçmaydı, ama öte yandan birçoğu da ciddi ve kahinceydi, ahlak dersleri ve öğütler veriyordu.
[…]Bu son derece tuhaf bir olguydu ve belli ki sadece erkek cinsiyle sınırlıydı. Kadınlar erkekler hakkında kitap yazmıyordu.[…]Bu garip eşitsizliğin nedeni ne olabilir acaba, diye düşünüyordum, […] neden kadınlar erkeklere, erkeklerin kadınlara göründüğünden çok daha ilginç görünüyor?”

Sahi, nedir kuzum bizi size bu kadar konu eden?

Bu konuyla ilgili şöyle devam ediyor Woolf:
 Özgüven olmadan, beşikteki bebekler gibiyiz. Peki bu tartıya gelmez ama böylesine paha biçilmez olan niteliği en çabuk nasıl üretebiliriz? Diğer insanların kendimizden daha aşağı olduğunu düşünerek. Kendimizin diğer insanlara kıyasla zenginlik, rütbe, düzgün bir burun ya da bir büyükbabanın Romney tarafından yapılmış portresi gibi Tanrı vergisi bir üstünlüğü olduğunu düşünerek, çünkü insanın hayal gücünün acınası hilelerinin ucu sonu yoktur. Bu nedenledir ki, fethetmek ve yönetmek zorunda olan bir ataerkil için çok sayıda insanın, hatta aslında insan ırkının yarısının, doğası gereği kendisinden aşağı olduğunu düşünmek muazzam bir öneme sahiptir. 
[…]Napolyon ve Mussolini işte bu nedenle kadınların aşağı düzeyde oluşu üzerinde ısrarla durur, çünkü kadınlar daha aşağı olmasaydı, kendilerinin büyümesi de duracaktı. Bu, kadınların erkekler için çoğu kez bir gereklilik oluşunu kısmen açıklamaya olanak tanır. Aynı zamanda erkeklerin kadının eleştirileri karşısında ne kadar tedirgin olduklarını; kadının onlara, bu kitap kötü, bu resim zayıf ya da her neyse onu, aynı eleştiriyi yapan bir erkekten çok daha fazla acı vermeden, çok daha fazla öfke uyandırmadan söylemesinin imkansız olduğunu da açıklar. Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa, aynadaki görüntü büzülüp küçülür, erkeğin yaşam sağlığı bozulur. Kendisini kahvaltıda ve akşam yemeğinde, aslında olduğunun en az iki katı boyda görmediği sürece, hüküm vermeye, yerlileri uygarlaştırmaya, yasa yapmaya, giyinip kuşanıp ziyafetlerde nutuk çekmeye nasıl devam edebilir? 
[…] Aynadaki görüntü olağanüstü bir öneme sahiptir, çünkü yaşama gücünü canlandırır, sinir sistemini uyarır. Onu elinden alırsanız, kokainden yoksun bırakılmış bir uyuşturucu bağımlısı gibi ölebilir erkek.”

Göreceliliğin dayanılmaz hafifliği: karşınızdaki bir filse, kendinizi küçük, fareyse büyük hissedersiniz.

Öte yandan, belki de erkeklerin kadınlar hakkında yerli yersiz bunca gevezeliğinin sebebi, kadınların 18. yüzyıldan bugüne artan bir ivmeyle toplumsal hayattaki var oluşlarını kabullendirme mücadelelerini oy hakkıyla somutlaştırma çabalarıydı. Öyle ya, yüzyıllardır kadınların olmadığı bir arenada erkekler gönüllerince at koşturuyor, yasalar yapıyor, kadınları da etkileyecek konular hakkında onlara sormadan kararlar alıp uygulamaya zorlayabiliyorlarken, artık kadınlar da karar mekanizmalarında yer almak  ister olmuşlardı. Belki de bundan kurtulmanın en etkili yöntemi, evlerin yatak odalarına, yemek masalarına kadar, okullara ve sokağa, her yere ama her yere yayılacak bir zihniyeti oluşturmak ve geliştirmek ve onu gerektiğinde direkt ve kabaca, gerektiğinde üstü kapalı ve yumuşak, sinsi bir mücadeleyle her yere yaymaktı: “erkekler doğası gereği kadınlardan daha üstündür.”

Ataerkil toplum! En sevdiğim… Ne yazık ki kökleri 18. yüzyıldan çooook daha gerilere dayanıyor bu gerçekliğin.

Şöyle yazıyor Wikipedia’da ataerkillik için:

“Ataerkillik, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir.”

Oysa doğası gereği üstün olan erkek değildir, doğası gereği çift yaratılmış olan insandır. İki cinsin tüm yetenek ve farklılıklarını bir araya getirerek muhteşem bir bütün akılla yaşamak varken, insan ırkının yarısını oyun dışı bırakmak niye? Bu nasıl bir kibir? Ben bir kadın olarak içimde insanlar büyütebilecek biyolojik kudrete sahipken ve siz erkek olarak cinsinizden bir tane daha görebilmek için dahi bendeki mucizeye muhtaçken, ben kibre kapılıp kendimi kimseden üstün görmüyorum da sizdeki bu haller niye?


Bu dünyaya bir kadın bir erkek gönderildiğimize göre, birbirimize ihtiyacımız var. Hatırlayalım, vücutlarımız dahi birbirimizden izler taşır, kadın bedeninde kafi miktarda testosteron, erkek vücudunda da kafi miktarda östrojen hormonu bulunur. “[…] her birimizin içinde biri erkek biri dişi olan iki yönetici güç var ve erkeğin beyninde erkek kadına baskın, kadının beyninde ise kadın erkeğe baskın durumda. Normal ve rahat varoluş hali, bu ikisi ruhsal işbirliği yaparak uyum içinde yaşadığı zaman gerçekleşiyor. Eğer bir erkekseniz, yine de beynin kadın tarafı etkili olmalı ve bir kadın da kendi içindeki erkekle ilişki kurmalı. Coleridge, büyük bir zihnin çift cinsiyetli olduğunu söylerken belki de bunu kastediyordu. Ancak bu kaynaşım gerçekleştiği zaman, zihin tam anlamıyla döllenir ve tüm yeteneklerini kullanabilir.


Tüm alıntılar için bknz: Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"