İtalyan Kahve Kültürü ve Starbucks Milano

Starbucks kafeler, içerik ve konseptleriyle olduğu kadar oluşturdukları marka değeriyle de insanları kendilerine çeken mekanlar biliyorsunuz, özellikle gençleri, üniversite öğrencilerini ve bayaz yakalıları. Hatta Türkiye’de iş öyle bir hal aldı ki, üzerinde “Starbucks” yazılı “cup”larla sokakta yürümek bile bir statü göstergesi olmaya başladı çoğu kişi için. Kahve içmenin de markası vardı yani artık.



İsmini Moby Dick kitabındaki ikinci kaptanın adından alan Starbucks, bugün dünya üzerinde 29 binden fazla şubesi olan dev bir kahve zinciri!

Üniversite için Amerika’ya gidene kadar Starbucks çılgınlığını anlamsız bulur, bir parçası olmamaya özen gösterirdim. Fakat orada odamdan ve kütüphaneden sıkıldığım zamanlarda ders çalışabileceğim, interneti ve rahat koltukları olan, acıktığımda kahvemin yanına alabileceğim tatlı/tuzlu yiyecek alternatifleriyle istediğim kadar kalabileceğim en yakın yer kampüs yakınındaki Starbucks’tı ve kısa sürede ben de oranın müdavimi olmuştum. Üstelik “self service” olması ve işgal ettiğim masayı zaman sınırlaması olmaksızın hiçbir tacize maruz kalmadan kullanabiliyor olmam muazzam bir rahatlıktı. Gürültüde çalışamayanlar için pek verimli bir ortam olmasa da bu sorun da bir adet kulaklık ve zevke göre müzik desteğiyle çözülebiliyordu. Bugün bildiğim kadarıyla bu hizmeti sunan Starbucks’a alternatif başka bir kafe maalesef yok, belki ancak sınırlı sayıda belli şehirlerde olan kitap kafeler..

Starbucks, esasında 1980’lerde bir Amerikalının Milano seyahatinde İtalyanların kahve kültüründen esinlenerek oluşturmuş olduğu bir konsept. İtalya’da kahvesiz bir gün, “bar”sız bir sokak düşünülemez diyebilirim.
Burada hemen eklemeliyim, “bar” denilen yerler, bizim aşina olduğumuz anlamının dışında bir anlama sahip İtalya’da: kahve, kruvasan, tatlı/tuzlu mini kurabiye ve pastaların ve “panino” dedikleri genelde küçük sandviçlerin satıldığı bizim bildiğimiz anlamıyla kafe. Genişlikleri, büyüklükleri ve kaliteleri civarda hitap ettikleri kitleye göre değişiyor; kiminde rahat koltuk ve sandalyelerde rahatça oturabilirken, kiminde sadece bar kısmında ayakta veya bir taburede idare etmek durumunda kalabiliyorsunuz. Güzel olansa, en kaliteli bar ile en salaş bar arasındaki fiyat farkının birkaç on sentle sınırlı olması, arada uçurumlar yok.  
Gerçekten de İtalyan kahvesiyle tanıştıktan sonra ben de Starbucks kahvelerini vasat bulmaya başladım, İtalyan kahvesinin gerçekten de kendine has bir lezzeti ve kokusu, kafeinin ötesinde bağımlılık yapan bir lezzeti var. Gelelim Starbucks meselesine… Geleneklerine oldukça düşkün İtalyan’ların kendi muhitlerinde müdavimleri olduğu bir “bar” ise muhakkak ki var ve buranın “barista”larıyla müdavimleri arasında zamanla oluşturulmuş bir ilişki, sohbet var, öyle ki isimleriyle birbirlerine hitap edecek kadar. A-ha! Starbucks bardaklarındaki isimlerin alamet-i farikası! Starbucks’ın mucidi, sıcak İtalyan kültürüne ait bu küçük detayı fark etmiş ve yıllardır tüm dünyaya karton bardaklar üzerinden pazarlıyor.

Ve dünya üzerinde 29 binden fazla şubesi olan Starbucks’ın, geçen seneye kadar İtalya’da tek bir şubesi bile yoktu. Eh, oturmuş bir kahve kültürü, güçlü ve yer yer inatçı alışkanlıkları olan bu topluma sonradan Starbucks kültürü satmak kolay değildi. Nitekim, geçen sene Milano’da açılan İtalya’nın ilk Starbucks’ı olan bu mekan, alıştığımız Starbucks konseptinin bir üst modeli olmuş diyebilirim. İç dekorasyonu, sunumları ve kahveleriyle çizgisini “İtalyanize” ederek zannediyorum yapabileceğinin en iyisiyle girişini yapmış.


Milano’nun en bilinen meydanı olan Duomo Meydanı’na sadece beş dakikada yürüyerek ulaşabileceğiniz yine büyük bir meydan olan Piazza Cordusio’ya “Starbucks Reserve Roastery” ismiyle açılmış. Eh, ben de buraya sade ve sadece “Starbucks Milano” deyip geçmezdim… Meydana ulaştığımızda gözlerim malum Starbucks yeşilini ve dev logosunu aradı fakat hayır, canım İtalyanlar meydanın genel dokusunu ve renklerini bozacak çirkin tabela ve dış dekorasyona elbette izin vermeyeceklerdi. Bu durum, İtalya’ya dair en çok sevdiğim detaylardan biri. En büyük kentlerin en ünlü alışveriş bölgelerinde bile, dünyanın ve bizzat kendilerinin en ünlü markalarına ait mağazalar dahi bulundukları sokağın ve bölgenin genel mimarisine uygun, estetik görseli bozmayacak tabelalara sahipler, başka türlüsü yok. Konu hakkında net bilgiye sahip değilim ancak bunu koruyan kanunları olduğuna eminim, başka türlü bu bütünlüğü  ve ahengi sağlamaları mümkün değil. Starbucks yeşili, Gucci sarısı veya McDonalds kırmızısı fark etmiyor, görüntü kirliliği oluşturmalarına burada izin yok. Bu ülkeyi ziyaret edenler veya bizzat burada yaşayanlar için muazzam bir lüks! Aynı şekilde İtalya’nın ilki olma özelliğini taşıyan bu Starbucks da genel görüntüyü bozmayan dış görsele sahip, hatta dikkatli bakmazsanız öyle hemen göze çarpmayı bırakın, dikkatsiz gözlerin göremeyeceği küçüklükte.


Biz sabah 9 gibi gittik ve güzel güzel içeri girdik ancak yaklaşık yarım saat 45 dakika kadar sonra çıkarken gördük ki, girişte bir kuyruk oluşmuş! İçeriye girdiğimizdeyse bambaşka bir dünyaya adım attık… Üniversite yıllarımda sırt çantam ve eşofmanlarımla ders çalışmaya gittiğim Starbucks’lar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti :) Burada o tarz görüntülere yer yoktu. Zaten her yer benim gibi elinde kamerası veya telefonuyla çekim yapan insanlarla doluydu. İçmek istediğiniz kahvenin çeşidine göre kahve alabileceğiniz farklı yerler vardı. Eh, İtalya’da bir kahve mekanı açıyorsanız, tereciye tere satamaz, yalnızca alengirli Amerikan kahvelerini sunamazsınız. Sert kahve içemediğimiz için latte ve cappuccino denedik, bariz bir farklılığı olmamakla birlikte, gayet güzeldi. Zaten sert kahve denesek de farkı anlayacak kadar kahveden anlayan insanlar değiliz, o konuda fikir beyan etmeyi uzmanına bırakıyorum o yüzden. Tatlı, tuzlu, hamur-işi pek çok yiyecek seçeneği de elbette İtalyan zevkine göre uyarlanmıştı. Kruvasan ve limonlu keki denedik ve yine bariz bir farklılığı olmamaklabirlikte taze ve lezzetliydi. Öte yandan fiyatlar elbette Starbucks Reserve Roastary Milano’ya uygundu, bu dörtlüye verdiğimiz parayla ortalama bir İtalyan barında üç veya dört kez kahve-tatlı alabilirdik. Ayrıca üst katında bir de alkollü içecek barı yapılmıştı. Pek çoğumuzun bildiği Starbucks logolu kupa, termos bardak ve seçenekleri de elbette bildiğimiz gibi değildi, buraya özel tasarımlarla daha çok çeşitte bardak ve kupaya Hard Rock Cafe’lerdeki mağaza bölümlerindeki içerikleri aratmayan anahtarlık, t-shirt gibi seçenekler de eklenmişti. İç dekorasyonu, videodaki amcam gibi, anlatmama gerek yok, fotoğraflarda görüyorsunuz… Özetle, Starbucks, İtalya’ya girebilmek için elinden geleni ardına koymamış!


Fakat, benim aşinası olduğum Starbucks rahatlığı ve samimiyeti de kaybolmuş, burası ne bir İtalyan barı, ne de Amerikan Starbucks kafesi. Burası ikisinin işlevini de görecek içeriğe sahip değil. Yani ne ayaküstü hoş sohbet eşliğinde kahvenizi içip işinize dönebilirsiniz, ne de oturup rahatça ders çalışıp kitabınızı okurken kahvenizi içebilirsiniz. Buraya gider misiniz, giderseniz neden gidersiniz, onu da artık size bırakıyorum.  




Yorumlar

  1. Çok guzel analizler iceren, keyifli ve kolay okunan bir yazi olmus.Cok tebrik ediyor ve opucukler gonderiyorum ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim Ece canım, beğenmene çok sevindim, sevgiler <3

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"