#dondurmakutusuyardım Bu Kış Neyin Peşindeydi?

Bugün Türkiye’de ve çoğu ülkede şehrin sokaklarında yaşamaya mahkum, hepimizin iyi kötü bir şekilde aşinası olduğumuz hayvanlar var. Avrupa ve Amerika kıtalarındaki pek çok ülkede ise sokakta hayvan görmek hele ki kedi veya köpek, pek mümkün değil. Önceleri, tüm kedi ve köpeklerin birer yuvası olmasından, yoksa da gelişmiş ülke kanunlarıyla bir şekilde yuvalandırıldıklarından veya korunaklı barınaklarda yer verildiğinden böyle olduğunu sanıyordum. Elbette bunlar da doğru, çok sayıda sivil toplum örgütü, özel barınaklar ve hayvan severler var ve terk edilen, sahipsiz çocuklara sahip çıkıyorlar. Fakat bir de madalyonun diğer yüzü var; kaderine terk edilen bu çocukların bir kısmı da kapatıldıkları barınaklarda, diğer bir deyişle toplama kamplarında, çaresizce öldürülecekleri günü bekliyorlar. Bizzat İtalya’da kendi yaşadığımız bölgede,  bunu yapan en az birkaç yer biliyoruz: sahiplenilmek için onlara belli bir süre tanınıyor, süreleri dolduğundaysa steril (!) koşullarda öldürülüp yok ediliyorlar.

Bu dünya, hayvanıyla, bitkisiyle, deniziyle, toprağıyla, insanıyla hepimizin. Bir türün diğerine üstünlüğü diye bir yaklaşımı kabul edemiyorum. Bir şekilde hepimiz kendi irademizin sınırları ötesinde buraya geldiysek, hepimizin yaşamaya, var olmaya hakkı var demektir. Bir kısım canlı, diğerine gücünü yetiremiyor, zulmüyle baş edemiyor diye “doğanın kanunu” deyip geçemiyorum. Yanlış olmasın, aç kalan aslanın içgüdüsel duygularla kendini ve yavrularını doyurmak için avlanmasına sözüm yok, benim itirazım aç gözlü ve bencil insana. İyiliğe, güzelliğe, yaşatmaya ve yeşertmeye gücü varken, asla ama asla doymayan, ihtiyacından fazlasına saldıran, kendi çıkar ve arzuları söz konusu olduğunda iyilikmiş, güzellikmiş, hakmış, gözü görmeyen, her şeyden üstün olduğunu ve her şeye hakkı olduğunu düşünen ve bunun için durmadan öldüren, solduran insana… Üstelik de tüm bunları can havliyle içgüdüsel değil, hür iradesiyle kötücül bir bilinçle yapan yer yüzünün en zararlı varlığı insana… Tahammülsüzlüğüm ve itirazım böylesine!

Bakın bir zamanlar biz neymişiz, ne olmuşuz, hani çok değil, 100-150 yıl evveli:

“… Osmanlı döneminde İstanbul sokaklarında köpekler saltanat sürüyordu, ama evlerin sultanları kedilerdi. Ahmet Rasim, kedilere verilen değerin derecesini anlatmakta zorlandığını yazar. ‘Ciğer, yemek sularına batmış lokmalar, kıyma tahtası artıkları ve büyükleri; süt paparalarıyla, hatta emzikleri küçükleri beslenir, lohusalık yatakları yapılır, yavrularının kulakları, kuyrukları mavi boncuklar, türlü türlü kumaş fiyonklarla süslenir, elden ele gezdirilir, kucaktan kucağa, yataktan yatağa alınır, yedisinde şerbetler yapılır, dağıtılır’dı. Büyük, küçük konaklar, evler kedisiz olmazdı.
[…]
Eski zamanları yaşamış bir diğer yazar ise, kedinin hemen her İstanbul evinin ‘zaruri eşyasından, hatta eşhasından (kişilerinden)’ biri olduğunu söyleyerek şöyle devam eder: ‘Kedili, köpekli ev tabiri de köylerde dört başı mamur bir aile hayatı ifade eder. Şehirlerde köpeklerin evlere kabulü pek yeni bir moda olduğu için aile kadrosunda onun yeri yoktu. Fakat kedi, her gün gıdası düşünülen, bir yere saklanmış veya uzaklaşmış olsa mutlaka aranan bir ev varlığı sayılırdı. Her mahallede komşularınızın kedilerini renkleriyle, isimleriyle, cinsleriyle mutlaka tanırdınız.
[…]
Helmut von Moltke de, 1837 yılında yazdığı bir mektupta ‘Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı bile gösterirler. Üsküdar’da bir kedi hastanesi bulursun,’ diye bu tutkunun bir diğer kanıtını önümüze koyar. 
[…] 
Cumhuriyet döneminde eski tip ‘ev hali’ yerini apartmanlaşmaya bırakınca, kedinin eski saltanatının sarsıntı geçirdiğine İbrahim Alaettin Gövsa işaret eder. Belediyenin tifo temizliği bahanesiyle kedilere savaş açmasına kimsenin, özellikle de kedi dostu sayılan kadınların karşı çıkmadığından yakınan Gövsa şu saptamaları yapar: ‘Köpek erkeğe, fakat kedi kadına bağlanır. Bundan dolayıdır ki kediler son yıllarda kadın eteğinin arkasından sokaklara döküldü. Böyle olmasaydı da eskisi gibi evlerde gün ortası yalnız kalınca kediyi yoldaş bilen, ara sıra adı ile çağırıp konuşma ihtiyacını ona hitap etmekle tatmin eden, akşam yemeklerini hazırlarken ‘kedi payı’ ayıran ve ‘kedi maması’ düşünen ev kadınları bulunsaydı, dünyanın en munis mahluklarından biri olan kedi böyle haydut muamelesine uğrar mıydı?’ Kadının asrileşerek evden apartmana geçişinin ardından kedilerin de adresi olmayan serserilere benzediğini söyleyen Gövsa devam eder: ‘Çünkü apartmanda ne barınacak izbe vardır, ne de tırmanabilecek bir dam.’  

Avrupalılar barınaklarda hayvanları öldürüyorlarmış…

Peki biz?

Biz ne kadar paylaşıyoruz dünyamızı hayvan komşularımızla? Teknoloji, şehirleşme ve değişen yaşam biçimlerine bizler ayak uydururken, onların uyumu için neler yapıyoruz Türkiye halkı olarak ülkemizde? Sokağını, evini, hayatını paylaşmanın ötesinde neredeyse hayatını tümüyle onlara adayan insanlar var çokça, Hale Bayrak, Gökçe Erdoğan gibi, biliyorum. Gerekli kanunların boşluğunu, yeterince paylaşımcı ve vicdanlı insanların yokluğunu doldurmaya çalışıyorlar. Oysa herkes kendi evinin önüne sahip çıksa, komşusu açken tok yatmasa, ihtiyacından fazlasını kendine ayırmak, tüketmek, tüketmek ve daha fazla tüketmek yerine, kaynaklarını paylaşsa, bu insanların da yükleri hafiflemez mi?


Eh, hafifler elbette… İşte bu yüzden, ben de bir süredir kendi çapımda katkıda bulunmaya çalışıyorum hayvan dostlarıma ve onlara sahip çıkan güzel insanlara. Bu yardım projesi meselesi de bu niyetlerle çıktı ortaya. Yine bir gece sosyal medyada gezinirken gördüğüm içimi burkan manzaralar beni daha derin düşünmeye sevk etti, kendi çapımı birazcık daha nasıl genişletebilirim düşüncesiyle aklıma bu fikir geldi: Kütüphanemden sahafta değiştirilmeyi bekleyen kitapları, yılların birikimi kitap ayraçları ve kitap çantalarımın bir kısmını satışa çıkararak gelirini hayvan dostlarım için kullanabilirdim. Önce tüm kitap, ayraç ve çantalarımı ayırıp fotoğrafladım. Sonra meramımı anlatan birkaç cümle ve sahaflardan bile daha iyi fiyatlara #dondurmakutusuyardım etiketiyle @dondurmakutusu Instagram hesabımda paylaştım ve beklemeye başladım. Ne olur, nasıl olur çok da enine boyuna planlamadım yalan yok, zaten bilirsiniz, “iyi şeyler birdenbire olur.” Olursa olur, olmazsa da birkaç fotoğraf paylaştığımla kalır, başka şekilde yardımlarıma devam ederdim, ne olacak ki? Hem burada amaç kar odaklı ticaret değil, paylaşım, geri dönüşüm ve son tahlilde sokak hayvanlarına dikkat çekmek ve onlara bir şekilde yardımcı olabilmekti.

Nitekim, kısa süre içinde çağrım yanıtsız kalmadı. Öncelikle arkadaşlarım, ailem ve yakınlarım derken damlamaya başladı. Kim, neyi istiyorsa beni bilgilendirdi, ben tek tek notlarımı aldım, özenle paketlerini hazırlayıp gönderime hazır hale getirdim. Böylece yaklaşık 4-5 haftalık bir süreci geride bıraktıktan sonra biz kış tatilimiz için Ankara’ya ulaştık, paketler de yavaş yavaş yerlerine ulaşmaya başladı. Azımsanamayacak sayıda kişi, yardımseverliğini konuşturarak vermesi gereken tutarın fazlasını gönderdi. Gün sonunda tüm ayraçlar ve çantalar bitti, kitaplarınsa çok az bir kısmı kaldı ve toplam 947 liralık bir sonuca ulaştık el birliğiyle, çok değil, 20-25 kişi.


Sırada bu emaneti yerine ulaştırmak vardı. Takip edip güvendiğim birkaç kişinin hesabına parayı yatırıp geçebilirdik ama öyle olsun istemedim, gidelim, görelim, hissedelim, daha iyi anlayalım istedim ve sürecin en başından beri maddi manevi desteğini esirgemeyen sevgili yol arkadaşım eşimle Patipark Ankara’yı ziyaret ettik.

Burada ondan bahsetmeden geçemeyeceğim, özellikle hayvan korkusu olan, onlara dokunamayanlar için… Sevgili yol arkadaşım eşim, kısa bir süre öncesine kadar bir hayvana elini dahi süremeyen biriyken, sevgisi, cesareti ve gayretiyle kısa sürede önce hayvan korkusunu hayvan sevgisine çevirdi, sonra da bir yavru kedi sahiplendi, ki kendisi artık benim de yavrum olur. Bir süredir hayvanlara dokunmaktan korkmadığı gibi, daha önce de söylediğim gibi tüm bu süreçlerde bana destek oldu ve Patipark ziyareti isteğimi de kırmadı. Üstelik bunca motivasyonum ve sevgime rağmen onlarca patili arasında benim bile korkulu anlar yaşamama rağmen, o hiç korkmadı ve çekinmeden aralarına karışıp sevgisini paylaştı.



Evet, Patipark Ankara, yardımlarımız için seçtiğimiz birinci durak oldu. Ankara’nın Mamak semtine bağlı şehirden uzak bir bölgede gönüllülerin emeğiyle oluşturulmuş bir yaşam alanı. Burada herkesin birer yuvası var, düzenli olarak kontrolleri, bakımları yapılıyor, aç kalmıyorlar, arkadaşları var ve daha da önemlisi ihtiyaçlarını gideren, hastalandıklarında yardımlarına koşan insan dostları var. Haklarında detaylı bilgi edinmek için buraya tıklayabilirsiniz. Şehirden epey uzakta bir bölge ve açık adres gibi bir imkan olmadığı için tek başına gitmek zor, muhakkak sorumlulardan biriyle iletişime geçip birlikte gitmeli. Bu, aynı zamanda oraya vardığınızda karşılaşacağınız onlarca patilinin sizin dost olduğunuzu hissetmeleri açısından da önemli, zira bir anda arabanın çevresini onlarcası sarıyor ve arabadan inmek bile başlı başına bir cesaret sınavı haline gelebiliyor. Bilenler bilir, bu arkadaşların kendi cüsselerinden haberleri pek olmuyor, oyun veya sevgi gösterisi amaçlı da olsa üzerinize atlamaları sizi yere yıkabilir ve paniğe sebep olabilir. Fakat sükunet ve sevgiyle yaklaştığınızda hiçbir kaza yaşamadan unutamayacağınız müthiş bir deneyiminiz oluyor. “Fino”lardan bile korkan sevgili eşimi dahi aralarında böyle gördüysem, söylüyorum size, herkes yapabilir!


Elde ettiğimiz gelirin 710 lirası buradaki çocukları doyurdu. Sadece fotoğrafladığımız bölgede yaklaşık 300 civarında can var ve dolayısıyla ancak iki gün tamamını doyuracak mamayı alabildik bu parayla. Fakat damlaya damlaya göl olduğunu bizzat görmüş kişiler olarak, bize hiçbir şey gibi görünen bu miktarın, o canlar için ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz, hele ki kış ortasında…

Kalan 237 lira ile de Çorum’daki hayvan severimiz sevgili Gökçe’ye mama gönderdik. Kendisi düzenli olarak Çorum şehir çöplüğünü ziyaret ediyor ve orada yaşamak zorunda olan çocuklara mama ve her türlü gerekli yardımı elbette gücü yettiği ölçüde götürüyor. Gökçe’yi tanımak, faaliyetlerini takip etmek için buraya, onun ilgilendiği çocuklara yardım göndermek için de buraya tıklayabilirsiniz. Zaman sıkıntısı yaşadığımız için o haftaki çöplük ziyaretinde ona katılamadık, ama başka bir gün, neden olmasın?

Buraya kadar okuma nezaketinde bulunduysanız, umarım meselenin salt maddiyat olmadığını anlamışsınızdır. Zaten bir işin içinde tek motivasyon para olduğunda, insanlık ve insana dair olumlu duygular orayı terk ediyor. Düşünülenin, sanılanın aksine, para değil tüm sorunları çözen, öyle olsaydı inanın hayat hepimize bayram olurdu, verirdik parasını, alırdık bir şekilde öyle değil mi? Bu girişimde de derdim para olmadı, temel motivasyonum, hedefim o çocuklar için olsa bile para kazanmak olmadı. Her şeyden önce, sevdiklerimle paylaşabileceğim güzel bir anım oldu, insanların dedikodusunu yapmak yerine mesela, konuşacak bir şeyimiz oldu. Birlikten kuvvet doğacağını hep birlikte deneyimledik, istediğimizde küçük dokunuşlarla da güzelleştirebileceğimizi gördük, yeter ki amaç güzellik olsun. Bu, birkaç kişinin sadece gönüllerinin bir araya gelerek gerçekleştirdiği küçücük bir güzellikti, daha büyüklerini siz düşünün, istesek, hani o çok övündüğümüz hür iradelerimizle, küçük dokunuşlarımızı uç uca ekleyerek neler yapmayız ki?


Alıntılar Gökhan Akçura'nın Kedi Kitabı'ndandır. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"