Bir Taciz Meselesi: Hasan Ali Toptaş

 

Hasan Ali Toptaş
Geçtiğimiz günlerde son yılların en çok okunan ve tavsiye edilen, saygın (!) yazarlarından biri olan Hasan Ali Toptaş’ın aslında bir tacizci olduğunu öğrendik Twitter sayesinde. 

 


Konuyla ilgili söyleyeceklerime geçmeden önce bilmeyenler için meselenin ne olduğunu kısaca özetleyeyim. Bir Twitter kullanıcısı geçtiğimiz günlerde Hasan Ali Toptaş ile ilgili şöyle bir Twit paylaştı: 

 

Ben ve pek çok arkadaşımın kendisi ile nahoş anıları var üniversite yıllarına ait. Şu anki bilinç ve cesarete sahip olsam kesinlikle ifşa ederdim. Klasik orta yaş üstü cis erkek edebiyatçı. Gerçekten büyük bir hayal kırıklığıdır kendisi.” 

 

Bunun üzerine birbirinden farklı pek çok kadın HAT ile ilgili benzer paylaşımlarda bulundular. HAT, olayın ardından paylaştığı bir kamuoyu özür metniyle olayı yalanlamadı; daha doğrusu yalanlayamadı diyelim. Dahası, bu twit bir ifşa zincirinin fitilini ateşledi; sanat ve edebiyat camiasına ait pek çok ismin taciz hikayeleri farklı farklı kullanıcılar tarafından birer birer dökülmeye başladı. İyi de oldu. Zor ama kadınlar açısından dünyada gelinen noktaya baktığımızda son derece gerekli ve önemli olan bu konunun pek çok boyutu var. Ben size bir edebiyatsever olarak içinden çıkmakta zorlandığım bir tarafından bahsedeceğim. 

Açıkçası ben henüz bu yazarı okumamıştım ancak kendisi okunacaklar listemde sıradaydı. Geçenlerde bir arkadaşımla paralel okumalar mı yapsak, sonra üzerine sohbet ederiz diye konuştuğumuzda bu yazarın da adı geçmişti. İşte bugüne geldik ve bam! Hasan Ali Toptaş meğer bir tacizciymiş! Ve şimdi ben bırakın artık herhangi bir kitabına para verip almayı, üstüne para verseler okuyamayacak kadar tiksindiğimi fark ettim kendisinden. Meselenin diğer boyutları bir yana, kafamda bir türlü netlik kazanmayan bir soru vardı: Acaba bu tacizci yazarın edebi kişiliğine haksızlık mı ediyordum? Onu okumayarak bir şey kaçırır/kaybeder miydim? Sonuçta maço kişiliğiyle bilinen Hemingway, kumarbazlığıyla bilinen Dostoyevski ve daha niceleri dünya kültür mirasının birer parçalarıydı ve bu özellikleri onların edebi değerini ne kadar düşürürdü? Ama bence bu kez durum farklıydı; bence taciz, kumarbazlığın da, maçoluğun da ötesinde, korkunç bir insan hakları sorunuydu. Ne kumarbazlık gibi bireyin kendi hür iradesiyle kendine zarar vermesi durumu ne de maçoluk gibi sorunlu olduğunu düşündüğüm bir kişilik bozukluğu… Taciz, bir başkasının bedensel bütünlüğüne ve psikolojisine saldırı, bir başkasına zarar, çok çok büyük bir haksızlıktı! 

 


Bu düşüncelerle boğuşup işin içinden çıkmaya çalışırken yine Twitter’da Zehra Çelenk imzalı Alçak Adamların Yüksek Edebiyatı isimli bir yazıya denk geldim ve zihnimde tüm taşlar yerine oturdu. Şöyle diyordu Zehra Hanım:

 

Hep aynı soru/sorun: Şu katildi, öbürü sevgilisini arabayla uçurdu ama işte eserleri çok güzel. Bunca kültür birikimi çöp mü olacak? Yazarı eserinden ayırmalı mıyız, ayırmazsak nasıl yapacağız?

 

Ve devam ediyor:

 

Sanatçı ermiş değildir, insandır. Ama bu kadarı çok fazla. Hasan Ali Toptaş hiçbir zaman benim yazarım olmadı, zorlanmadan okuduğum bir tek kitabının bile olmadığını itiraf edeyim. Ki bu katmanlılık, derinlik meselesi değil, lisede Proust okuyordum. Yazışı benim tarzım değil, sevdiğim edebiyat bu değil. Deneyimli bir okur ve yazar olarak hakkımdır sanıyorum. Demek istediğim atfedilen o edebi yükseklik de o kadar sorgulanamaz bir şey değil ama meselemiz bu değil. Shakespeare’in reenkarnesi olsa, dünyanın en büyük yazarı olsa bunları yaptıktan sonra kaç yazar? Banyoya kıstırdığı bir kadınla, neye uğradığını şaşırttığı gencecik bir öğrenciyle empati kuramayan bir adam insanın derin çelişkilerine, kaygılarına ne dereceye kadar “gerçekten” nüfuz edebilir? Belli bir zeka ve çalışkanlığa sahip bir yazar için insanların gönül tellerine de akıl tellerine de dokunmak kolaydır. Ama imajı, yazdığı ve gerçeği arasında bu derece uçurum olan birinin, yazdığı bazı durumları hissetmeyip hissi taklit ettiği açık değil mi? Bunca riya, sözcük ve metafor dağlarının arasından sızıp eserin ruhunu kirletmez mi? En basit, ilkel sorunlarını çözememiş kişinin kurduğu dünya bu çiğlikten nasıl münezzeh olacak? Karar okuyanın olsun.”


Ah, tabi ya! Yaşamındaki iki yüzlülüğün, sahtekarlığın eserlerine yansımamış olma ihtimali var mıydı sahiden de? Belki de ben henüz hiçbir kitabını okumadığım için bunu görememiştim ama bu okuduklarım zihnimde uçuşan düşüncelerin yerli yerine oturmasını sağladı. Üstelik, kabahatinden büyük özrü de aslında Zehra Hanım’ın söylediklerini doğrular nitelikteydi; tumturaklı edebi sözcüklerle süslenmiş cümleleriyle tacize "eril faillik" diyor ve her nasılsa bunun farkında olmadığını söylüyordu. Yani, yaptığının taciz olduğunu bilmiyormuş koskoca yazarımız! 


 

Kısacası ben artık eminim, bu tacizci yazarı okumazsam bir şey kaçıracağım hissinden kurtuldum ve artık bu konuda netim: Hasan Ali Toptaş okumayacağım ve okutturmayacağım. Dünya kültür ve edebiyat mirası hepimize yetecek kadar zengin ve bu dünyada bir tacizciyi okuyacak kadar zamanımız zaten yok, neden onunla vakit kaybedelim ki?

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"