ZEYTİN AĞACI - diziyi izlerken dikkat etmek gereken yegane kuralı anlatıyorum :)

Yaklaşık okuma süresi: 3 dakika 

Zeytin Ağacı isimli Netflix dizisinin ilk 3 bölümünü izlediğim gece epey bi uyuyamadım, 3’ü geçiyordu.. Uzun zaman olmuştu böyle uykuya dalma sorunu yaşamayalı. Dizinin yayınlanan tüm bölümlerini bitirdim ve sonradan anladım neden uyuyamadığımı; kafamda şimşekler çaktırmış meğer de o anlarda haberim yokmuş.


Şimşek diyorum çünkü resmen love&hate duygularını aynı anda hissettirdi bana! Love, yani aşk diyorum, çünkü dizi, izlerken çok keyifli,  hikaye çok güzel içine alıyor sizi. Oyuncular ve oyunculuklar çok başarılı. Zaten ben gerçek bir Fırat Tanış ve Rıza Kocaoğlu hayranıyım.[i] Seda Bakan, Boncuk Yılmaz, Tuba Büyüküstün, Füsun Yılmaz.. hepsini çok severim. Bu açıdan sorun yok, güzellik var. Her bir karakterin hikayesi kendi başına ilgi çekici, geçmişe dönüş sekansları başarılı çekilmiş derken bir yandan çok sevdim diziyi. Akıp gidiyor, içine çekiyor insanı.

AMA! 

Hayatlarında belli döngüleri çok ciddi yıkımlara dönüşecek kadar sık ve şiddetli yaşayan kadınlar ve onların bir çarpıda dönüşme hikayelerini izliyoruz dizide. Bir çarpıda diyorum, çünkü bu meşhur “aile dizilimi”yle, bir seansta aile geçmişlerindeki “the travma”yı bulup, tekrar yaşayıp (yoksa izleyip mi demeliydim?), yüzleşiyorlar ve ta-taaa! Magic happens! Her şey bir anda düzeliyor![ii]

 

Ahh.. dedim ya.. keşke bu kadar kolay olsaydı. Ne iyi olurdu aslında değil mi? Ama işte gerçekte işler öyle olmuyor. Bu işlere kafa yoran, emek veren, okuyan, araştıran, uzmanlarıyla çalışan biri olarak dizide “vaat edilenler” beni rahatsız etti.

 

Diyelim ki gerçekten öyle bir teatral seansta atalarınızdan miras aldığınız travmayı çözdünüz (artık o da nasıl öyle tiyatro sahnesinde izler gibi olacaksa), onu fark edip yüzleşmek yetecek mi sorunlarınızı çözmeye gerçekten? Hadi diyelim yetti, tek bir travma mı yani şimdi sizin hayatınızı bu kadar alt-üst eden şey? O işler öyle olmuyor işte. Ben işin uzmanı değilim, ama okuduğum psikoloji kitapları, aldığım terapilerden öğrendiklerim diyor ki, evet, o işler öyle kolay olmuyor. İnsan psikolojisi, travmalar geçmişi, bugüne yansımaları.. bunlar karmaşık yapılar ve öyle tek seansta hiçbir terapi yöntemi sihirli değnekle dokunmaz, dokunamaz. Dokunsa güzel olurdu, doğru. Ama bu o kadar kolay bir şey değil. Zaten bu aile diziliminin, bu dizinin ve bu kadar satıyor olması bundan: bir sihir vaat ediyor ve gerçek dünyadaki zorluklardan eser yok, her şey çok kolay.

 

Çünkü diğer yol, bu işin eğitimini almış, gerçek ve etik anlayışa sahip dürüst bir psikoterapistle çalışmak, bilimsel kitaplar okuyup, kaynaklar dinleyip neyin ne olduğunu öğrenmeye, anlamaya çalışmak, o yolda yürümek zor. Çok çok daha zor. Orada kimse sizin hayatınıza sihirli değnekle dokunmuyor, siz kendi kurtarıcınız olmayı öğreniyorsunuz. Orada hayatınızda kötü giden şeylerin suçunu komple hiç görmediğiniz ebelerinize dedelerinize atmak yok; kendinle, anne, baba, kardeş gibi yakın ilişkilere sahip olduğun önemli figürlerle yüzleşme, sorgulama, yeri geldiğimde hesaplaşma, kabullenme var. Kendine, içine dönme, dokunulmayana dokunma, söylenmeyeni duyma, anlama çabası, zorluğu var.

 

Ha, dizide de tanıştırılan Seninle Başlamadı isimli kitabın yarısını okumuştum (araya hamileliğim girdiği için devam ettiremedim, maalesef yarım kaldı). Orada, diziden farklı olarak daha bilimsel temelli ele alınıyor bu atalardan devraldığımız travmalar meselesi. Kendine “aile dizilimi uzmanı” diyen birine ruh sağlığınızı emanet etmeden önce belki o kitabı okumayı düşünebilirsiniz.

 

Zeytin Ağacı ile ilgili beni en çok daraltan, uykusuz kalacak kadar etkileyen şey, çok zor olan bir sürecin (kişinin kendiyle ve travmalarıyla yüzleşmesi ve onlar üzerinde çalışması) bu kadar kolay gösterilmesi ve kişinin kendi üstesinden gelmesi gereken bu kadar öznel meselelerin yükünün bir başkasına (aile dizilimciler, atalar, ebeler, dedeler vs) yükleniyor olması oldu galiba. Tamam, atalarımızdan miras aldığımız bir takım travmalar ve duygular olabilir, tamam bu travmalarla baş etme ile ilgili yardım aldığımız insanlar olabilir ama tüm hayatımızı yönlendirenin onlar olduğu fikri gerçeklikten çok uzak geliyor bana. Bu, aynı zamanda sorumluluğu bireyin üzerinden atan bir yaklaşım aynı zamanda.

 

Son olarak şunu unutmamak gerek; bu en nihayetinde bir dizi. Kurgu yani. Bunu unutmadan izlediğinizde aslında bir problem yok. Ama bazı insanlar tarihi bile dizilerden öğrendiği (!) için, bu tür diziler tehlikeli ve yanıltıcı olabiliyor. O yüzden bence bunun bir dizi olduğunu unutmadan, iyi iş çıkarılmış bir yaz dizisinin keyfini çıkarabiliriz diye düşünüyorum :)

 

 




[i] Yeri gelmişken yine söyleyeyim, Fırat Tanış ile Gelin Tanış Olalım isimli tiyatro oyunu, kendisine olan saygımı ve sevgimi katlamış muhteşem bir oyundur ve oyunun yazarı Semih Çelenk, oyunun metnini kitaplaştırmıştır.

[ii] Gerçi dizinin sonunda bu magic ne kadar gerçekleşiyor onu sorgulamamızı sağlayan gelişmeler de yaşanmıyor değil ama bunu salt diğer sezonu merak ettirme amacıyla mı yaptılar yoksa benim dikkat çalıştığım şeylere mi değinecekler göreceğiz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"