VÜCUDUNUZ HAYIR DİYORSA, Gabor Mate

 

Sizin de çevrenizde “Çok sağlıklıydı, beslenmesine dikkat eder, düzenli spor yapardı, bu hastalık onu nasıl buldu hiç anlamadık!” diye bahsettiğiniz birileri oldu mu?


 

“Sigara bile içmezdi, nasıl oldu da akciğer kanseri oldu?” cümlesi tanıdık geldi mi?

 

Şimdi size bu tür sorulara cevap bulabileceğiniz bir kitaptan bahsedeceğim: Vücudunuz Hayır Diyorsa.

 

Bulgaristan asıllı Kanadalı Doktor Gabor Maté imzalı Vücudunuz Hayır Diyorsa, ilk olarak 2003 yılında “When Body Says No. The Cost of Hidden Stress” orijinal adıyla çıkmış. Defne Orhun tarafından Türkçe’ye çevrilmesi ve yayınlanması ise 2012 yılını bulmuş. İletişim Yayınları’nın Psykhe serisinin 8. Kitabı. Yeri gelmişken, bu serinin çok başarılı olduğunu belirtmeden de geçmeyim. 382 sayfalık bu önemli eser, 19 bölüme ek olarak Kaynakça ve Dizin bölümlerinden oluşuyor. 19. Bölüm’de iyileşmenin anahtarlarını da veriyor. Aslında düşünüyorum da, kitap başından itibaren yalnızca tespit yapıp kenara çekilmiyor, zaman zaman gizli bile olsa hep çözüm de sunuyor. Bir de pek önemli bulduğum Okura Not bölümü var. Bu bölümü sizin için bu yazının altına ekleyeceğim. Son olarak, basılı bir kitabın CTRL+F tuşu olan Dizin bölümüne de dikkat çekmek istiyorum. Dizin bölümü bu kitabı okurken veya okuduktan sonra geri dönüp bakmak istediğinizde sıklıkla kullanacağınızı düşündüğüm bir bölüm.

 

VHD neden okuması zor bir kitap?

 

İtiraf etmem gerekirse bu, okuması öyle pek de kolay bir kitap değil. Cidden yorucu, düşündürücü ve vurucu. Edebi eserler, kurgu edebiyat çoğunlukla okuması daha rahat ve keyifli oluyor. Hayatımıza etkisi ve önemi de malum. Ancak bu etki genellikle kendini uzun vadede belli eden, indirekt bir etki oluyor. Öte yandan VHD tarzında kurgu dışı rehber kitaplar etkisini direkt belli ediyor; oluşturduğu farkındalıkla hayat kalitemizi değiştirebilecek güçte oluyorlar. Ayrıca, bilimsel destekli bölümlerde yoğun odaklanma gerektiren cümleler, pek çok yeni kelimeyle sunuluyor. Bu da daha yavaş ilerlemeye sebep oluyor ister istemez ki. İtiraf edelim, bir kitap elimizde haftalar boyu kaldığında bu biraz sıkıcı oluyor. Yine de isabetli bir seçimle, ilgi ve merakınıza uygun bir kitapsa, emeğinize değeceğinizi hissediyorsanız, zor olsa da okumaya devam ediyorsunuz. 

 

Bu sebeple ben, kurgu dışı eserlerde, okuması ne kadar zor olursa olsun üzerine gidip bitirmek ve özümsemek için mutlaka kendime zaman tanırım. Bu kitapta da aynı zorluğu yaşadım (bitirmem 2,5 ayımı aldı) fakat bırakmadan okumayı sürdürdüm. Nihayetinde altını çize çize, notlar alarak okuduğum pek kıymetli kitaplardan biri oldu. Bu kitabı benim için öncelikli kıymetli yapan asıl özelliği bilim ve sağlık üzerine kimselerin kolay kolay söylemediği şeyleri dile getirmiş olmasıydı. Evet, mesele sağlıktı. Üstelik de söz konusu olan yalnızca benim sağlığım da değil, kızımın, müstakbel torunumun ve onların çocukları, torunları, velhasıl tüm gelecek nesillerin sağlığı!

 

Peki neden bu kitabı ebeveyn okumaları kategorisinde değerlendiriyorum?

 

Aslında ilk ipucunu biraz önce vermiştim: bu yalnızca benim sağlığımla ilgili bir kitap değil, çocuklarımın sağlığı da söz konusu. Evet, adından veya sunumundan bu durum pek de anlaşılmıyor belki, gözümüze sokulmuyor, fakat bu tam da bir ebeveyn okuması. Zira kitapta pek çok hastalığın temelinde yatan önemli nedenlerden biri olarak tanımlanan “duygusal stres”in kaynağı, kişinin çocukluğuna kadar uzanıyor.

 

Burada bahsi geçen düşman stres; gün içinde ev ve iş yerlerimizde, sosyal hayatımızda maruz kaldığımız stres değil. Kaynağı kendi içimizde olan ve çocukluğumuzdan itibaren bizimle olan içsel kronik stresten söz ediliyor. Her zaman bizimle olan, hiçbir yere gitmeyen ve çoğu zaman onunla yaşadığımızın farkında bile olmadığımız “duygusal stres”. Bu duygusal stresin kaynağı ise, ebeveynlerimizle veya onların yerine geçen birincil bakım verenlerimizle hayatımızın ilk yıllarında kurduğumuz bağlanma ilişkisi. Ta-taa! Geldi mi konu yine John Bowlby ve diğerlerinin meşhur “Bağlanma Teorisi”ne!

 

Çok basitçe ifade etmek gerekirse; birincil bakım verenimizle hayatımızın ilk yıllarında kurduğumuz bağlanma biçimimiz yalnızca gelecekteki ilişkilerimizi ve tercihlerimizi değil, aynı zamanda sağlığımızı da belirlediğini anlatıyor bu kıymetli kitap. İşte bu sebeple de gerçek bir ebeveyn okuması kategorisinde ele alınması gerekiyor bana göre. Fakat henüz herhangi bir mecrada böyle bir sunumla ebeveyn kitapları arasında tanıtıldığını da görmedim maalesef ki. Buyrunuz ben sizin için yapıyorum! :) Öte yandan, bu kitabı okumak için ille de ebeveyn veya ebeveyn adayı olmak zorunda olmadığınızı; bilakis, öncelikle kendi sağlığınız ve bedeniniz için farkındalık oluşturmak amacıyla okumanızda müthiş fayda olduğunun da altını çizmek isterim.

  

Bu kitabı ilgi ve merakınıza göre nasıl atlayarak okuyabilirsiniz?

 

19 bölümden oluşan kitap, 14. bölüme kadar çeşitli kronik otoimmün hastalıkları, vaka örnekleri ve bilimsel araştırmalarla ele alıyor. 14. bölümden itibaren ise başından beri değindiği “duygusal stres ve çocukluk” meselesine yavaş yavaş açıklık getirmeye başlıyor. Ben de şimdi okurken aldığım notlar yardımıyla, kitabın bölüm içerikleriyle ilgili kısa bilgilerle bu kitabı ilgi ve merakınıza göre nasıl atlayarak okuyabileceğinizi anlatarak bu yazıyı bitireceğim. 


Bunu yapmamın sebebi; uzun ve yorucu bir kitap olması sebebiyle okumaktan vazgeçen veya hiç niyet bile etmeyenlere alternatif bir okuma yöntemi sunmak. Çünkü bence bu öyle önemli bir kitap ki, elimde olsa tüm sevdiklerimi karşıma oturtur, tek tek okur, anlatırım buradaki bilgileri. Bunu yapamayacağıma göre, ben de kendimce böyle bir çözüm buldum :)

 

Şöyle ki; paylaştığım bölüm içeriklerine bakarak ilginizi çekmeyen hastalıklara ait bölümleri atlayarak, nokta atışı birkaç bölümle kitabı çok daha kısa sürede “okuyabilirsiniz.” Ancak, okuduğunuz bölümlerde kafanıza yatmayan bir şey olursa, çoğu sorunun cevabını çok büyük bir olasılıkla son bölümlerde alacağınızı bilmenizi isterim. Zaten 14. bölüme kadar sıçramalı okumayı seçseniz dahi, 14. bölümden itibaren kitabı atlamadan okuyarak bitirmelisiniz zira kitap tüm açıklamasını buradan sonra yapıyor.

 

Yine de, bütüncül bir yaklaşımla; kitabın tüm derdini anlayabilmek için en idealinin tüm kitabı okumak olduğunu lütfen hatırlayınız. 

 

1.     BİRİNCİ BÖLÜM: BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ 

- Skleroderma hastalığı. 
- Psikonöroimmünoloji nedir?

“Bu kitapta stresin, özellikle de çocukluk yıllarımızda yapılandırılan ve öz benliğimizin bir parçası zannedilecek kadar derin ve ustaca yerleştirilmiş programlanmalar neticesinden yarattığımız gizli stresin sağlık üzerindeki etkileri hakkında yazmaya niyetlendim.” (Sayfa 19)

2.     İKİNCİ BÖLÜM: GERÇEK OLAMAYACAK KADAR USLU BİR KIZ

- Multipl Skleroz (MS) hastalığı
- İngiliz çello sanatçısı Jacqueline du Pré’nin hikayesi: “Duygusal bastırma sonucunda ortaya çıkan stresin tahripkâr etkilerine dair neredeyse bir ders kitabı örneği sunuyor bizlere.” (Sayfa 43)

3.     ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: STRES VE DUYGUSAL YETERLİK

- Reflü
- Yemek borusu ve mide kanseri
- Skleroderma hastalığı
- Stres nedir? Beyin ve bedenimizde etkileri nelerdir?

Bütün stres kaynaklarının ortak noktası nedir? Neticede hepsi organizmanın yaşamını sürdürebilmek için gerekli gördüğü bir şeyin yokluğunu -veya yok olma tehdidini- temsil etmektedir. Gıda temininın yok olması tehditi büyük bir stres kaynağıdır. Tıpkı -insanlar için- sevginin yok olması tehtidinde olduğu gibi. ‘Hiç tereddütsüz denebilir ki,’ diye yazmış Hans Selye,  ‘insanoğlu için en önemli stres kaynakları duygusal olanlardır.’”( Sayfa 59)

4.     DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: DİRİ DİRİ GÖMÜLMEK

- ALS hastalığı
- Stephen Hawking örneği


Stephen Hawking

5.     BEŞİNCİ BÖLÜM: ASLA YETERİNCE İYİ OLAMIYORUM

- Meme kanseri
- Betty Ford örneği (Eski ABD başkanı karısı)

Çocukluk deneyimleri ile yetişkinlikte yaşanan stres arasındaki doğrudan bağlantı öyle çok araştırmacı tarafından öyle uzun yıllardır gözardı edilmiştir ki, insan neredeyse bu tavrın kasıtlı olup olmadığını düşünmeye başlıyor. Sıkıntılı bir çocukluk geçiren yetişkinler, diğer yetişkinlerden daha ciddi kayıplarla karşı karşıya kalmıyor olabilirse de, başa çıkma kabiliyetleri yetiştirilme tarzlarıyla ölselenmiş durumdadır. Stres, dış dünyadan kopuk bir şekilde meydana gelmez. Aynı dışsal olayın, bu olayı kimin yaşadığına bağlı olarak çok çeşitli psikolojik etkileri olacaktır.” (Sayfa 103-104)

 

6.     ALTINCI BÖLÜM: ANNE, SEN DE BUNUN BİR PARÇASISIN

- Meme kanseri

Betty’nin son bir sorusu vardı. ‘Ebeveynler neden çocuklarının yaşadığı ısdırabı göremiyor?’
Ben de kendime aynı soruyu sormak zorunda kaldım. Çünkü kendi ıstırabımızı göremiyoruz.” (Sayfa 118)

7.     YEDİNCİ BÖLÜM: STRES, HORMONLAR, BASKILAMA VE KANSER

- Yumurtalık kanseri
- Akciğer kanseri
- Hormonlar ve kadınlarda sık görülen kanser çeşitleri
- Yeme bozuklukları ve hormonlar
- Psikonöroimmünendokrin (PNİ) sistemi 
- Hormon sistemi, sinir sistemi ve beyin ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiler
- Özellikle kadınlar için çok önemli bir bölüm
- Sigara içmenin akciğer kanserine yakalanmada sanıldığı kadar büyük rolü olmadığını öğrendiğim bölüm: “Sigaranın yol açtığı akciğer kanserleri, derin bir yerden suya itilerek boğulma vakalarından daha fazla değildir.” (Sayfa 123)
- Kanserde erken teşhisin tedavide sanıldığı kadar etkili olmadığını öğrendiğim bölüm: “Halk arasında yaygın inanışa göre, kanserin yayılma şansı bulmadan ‘erkenden yakalanması’ gerekir. Biyolojik gerçeklik ise bundan hayli farklıdır: Bir tümör teşhis edilebilir hale geldiğinde, çoğu vakada yayılma halihazırda meydana gelmiş olur. İngiliz onkolog Basil Stoll’un işaret ettiği üzere, ‘Erken dönemdeki kanserlerin büyük bir oranında, ilk tümör teşhis edilene dek gizli metastaz çoktan gerçekleşmiş olur.’ Ancak metastazların çoğu ya ömrünü tamamlayıp yok olur, ya da uzunca bir süre hareketsiz kalır.” (Sayfa 139) 

“Kendinize bakmanız gerektiğini anlamanız çok önemli, zira kendinize bakmadan kimseye bakamıyorsunuz.” (Sayfa 145)

8.     SEKİZİNCİ BÖLÜM: BURADAN İYİ BİR YERE VARILIYOR

- Prostat kanseri
- Testis kanseri
- Bu bölüm de özellikle erkekler için çok önemli

“Mutsuz bir annenin çocuğu, annesine daha fazla yük olmamak için kendi sıkıntısını bastırarak annesini koruyup kollamaya çalışır. Kendi kendine yeten ve muhtaç olmayan bir rol üstlenecektir.”(Sayfa 163)

9.     DOKUZUNCU BÖLÜM: “KANSER KİŞİLİĞİ” DİYE BİR ŞEY VAR MI?

- Deri kanseri
- Yumurtalık kanseri

“Çocukluğun duygusal ortamı doğuştan gelen mizaçla etkileşim içerisine girerek karakter özelliklerini oluşturur. Karakter dediğimiz şeyin büyük bir kısmı sabit bir özellikler bütünü değil, kişinin çocukluğunda edindiği başa çıkma mekanizmalarıdır sadece.” (Sayda 177)

10.  ONUNCU BÖLÜM: YÜZDE 55 ÇÖZÜMÜ

- Crohn hastalığı ve ülseratif kolit (bağırsak iltihabı hastalıkları)

“Doktor Drossman bağırsak hastalıklarının sadece bozulmuş bir psikolojinin değil, sıkıntı dolu yaşamların da ifadesi olarak algılanması gerektiğini savunan isimlerin başında geliyor.” (Sayfa 188)

“Çoğu insan plaseboyu basit bir imgelem meselesi, ‘irade gücüyle yenme’ örneği olarak görmektedir. Düşünce veya duygu ile telkin edilmekle birlikte, plasebo etkisi tamamen fizyolojik bir şeydir. Vücutta semptomları azaltmaya veya iyileşmeyi desteklemeye hizmet eden nörolojik ve kimyasal süreçlerin harekete geçirilmesi anlamını taşımaktadır.” (Sayfa 191)

 

11.  ON BİRİNCİ BÖLÜM: İŞ KAFADA BİTİYOR

- İrritabl bağırsak sendromu (İBS)

“…kronik duygusal stres ağrı eşiğini indirmek ve beyinde aşırı uyanıklılık yaratmak için yeterlidir. Bu türden bir stres için, taciz ana sebeplerden biri olmakla birlikte, gelişmekte olan çocukta daha hafif, daha zor görünen, fakat yine de zarar veren başka potansiyel stres kaynakları da mevcuttur. Bu sıkıntılar, çocuklarını seven ve onlara zarar verme düşüncesinden bile ürkecek birçok ailede de gözlenmektedir. Ağrı algısı ve bağırsak fonksiyonu fizyolojisini etkileyen deneyimler hiçbir anlamda tacize uğramamış ve hatta sevildiğini ve korunduğunu hissetmiş çocuklarda bile yaşanabilir.” (Sayfa 205)

 

Jonathan Swift
12.  ON İKİNCİ BÖLÜM: ÖNCE BAŞIM ÇÜRÜYECEK

- Alzheimer hastalığı
- Jonathan Swift (Güliver’in Gezileri kitabının yazarı) örneği
“Swift’in hayatı boyunca samimiyetten nefret etmesi ve bunun altında yatan duygusal temas veya hassasiyet korkusu, duygusal açıdan yetersiz beslenmiş, kendi başının çaresine bakmayı erkenden öğrenmek zorunda kalmış bir çocuğun savunma mekanizmalarıdır.” (Sayfa 219)
- Ronald Reagen (ABD eski başkanı) örneği

“Küçük bir çocuk, ailenin yaşadığı utancın bilişsel olarak farkında olmasa da, stresli aile sisteminin yaydığı negatif ruhsal titreşimlerin tümünü duygusal olarak emmekteydi.” (Sayfa 224)



13.  ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KENDİSİNE AİT OLAN VEYA OLMAYAN: BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN KAFASI KARIŞTI

- Romatoid artrit
- Romatizma hastalıkları
- Bu bölümde ilk kez Bağlanma Teorisi’nden söz edilmeye başlıyor: “1969’da psikiyatri alanında araştırmalar yürüten İngiliz John Bowlby, ebeveyn-çocuk ilişkilerinin kişiliğin gelişmesindeki etkisini incelediği ve bir klasik haline gelen üçlemesinin ilki olan Attachment’ı (Bağlanma) yayımlamıştır. ‘Çocuk veya ergen ile ebeveyn arasında rollerin değişimi, çok geçici değilse şayet, neredeyse her daim, yalnız ebeveynde patolojiye işaret etmekle kalmayıp, çocuktaki patolojinin de sebebi olmaktadır.’ Bir ebeveynle rol değişimi, çocuğun tüm dünya ile ilişkisini bozar. Strese yatkın hale getirdiğinden, ilerideki psikolojik ve fiziksel hastalıklar için güçlü bir kaynak oluşturur.” (Sayfa 232)
- Öfke nedir? Bağışıklık sistemi nasıl çalışır? Bu ikisi arasındaki ilişki nedir?

14.  ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: İLİŞKİLERİN BİYOLOJİSİ

- Astım
- Sosyal izolasyonun olumsuz sonuçları
- Aile Sistemleri Teorisi: işte bu bölümde, bu teoriyle birlikte yavaş yavaş duygusal stres meselesi incelenmeye başlanıyor. 
- Bu bölümden itibaren bu kitabın neden bir ebeveyn kitabı kategorisinde de değerlendirilmesi gerektiğini biraz daha iyi anlıyorsunuz.
Bu bölümden itibaren kitabı sonuna kadar okumanız, kitabın anlatmak istediğini tam olarak anlayabilmeniz için çok önemli.

15.  ON BEŞİNCİ BÖLÜM: KAYBIN BİYOLOJİSİ

- Ebeveyn-çocuk ilişkisi ve yetişkinlikteki duygusal ilişkiler açıdan çok önemli bir bölüm.
- Fiziksel temasın hayati önemi
- Beyin gelişimi ve insan yavrusunun gelişimsel süreçleri
- Duyguların önemi
- “Uyumlanma” meselesi ve “yanyana” ayrılık  kavramı

“Hiçbir bebek duyguları ifade etmeyi bastırma eğilimiyle dünyaya gelmez – hatta bunun tam tersi doğrudur. Hayatında bir kez olsun bir bebeğe sevmediği bir yiyeceği yutturmaya veya bir küçük çocuğa yemek istemediğinde ağzını açtırmaya çalışmış biri, insanoğlunun küçükken zorlamalara karşı direnme ve hoşnutsuzluğunu ifade etme konusundaki doğal kapasitesine şahit olmuştur. Öyleyse neden istemediğimiz yiyecekleri yutmaya ve ebeveynlerimizin istemediği duyguları yutup bastırmaya çalışıyoruz? Doğal bir güdüden değil; hayatta kalma ihtiyacından dolayı.” (Sayfa 269)

Çocukluktaki taciz, travma veya aşırı ihmal edilmişliğin neden olumsuz sonuçlar yarattığını anlamak sezgisel olarak kolaydır. Peki ama neden tacize veya travmaya uğramamış bir sürü insanda stresle bağlantılı hastalıklar görülüyor? Bu insanlar negatif bir olayla karşı karşıya kaldıkları için değil, pozitif bir şeyden mahrum edildikleri için acı çekiyor.” (Sayfa 273)

Çocuğun dünya algısı ebeveyn-çocuk ilişkisinde oluşur: Bu ister sevgi ve kabul dünyası olsun, ister çocuğun ihtiyaçlarını dişiyle tırnağıyla elde etmesi gereken ihmal ve kayıtsızlık dolu bir dünya olsun, isterse de, en kötüsü, çocuğun her an endişe dolu bir uyanıklılık içinde olmasını gerektiren düşmanca bir dünya olsun. Gelecekteki ilişkilerin kalıbını, yaşamımızın ilk yıllarındaki bakıcılarımızla kurduğumuz ilişkilerde yatan sinir devreleri oluşturacaktır. Anlaşıldığımızı hissettiğimiz oranda kendimizi anlayacak, en derin bilinçaltı seviyelerinde sevildiğimizi algıladığımız oranda kendimizi sevecek, küçük bir çocukken özümüzde hissettiğimiz merhamet oranında kendimize şefkat göstereceğiz. (Sayfa 277)

 

16.  ON ALTINCI BÖLÜM: NESİLLERİN DANSI

- Ebeveynliğin nesiller arasındaki aktarımı: neden ebeveynimizin kopyası ebeveynlere dönüşüyoruz?
- Mary Ainsworth Yabancılık Durumu deneyi
- Bağlanma biçimleri ve insan hayatına etkisi
- Uyarlanırlık meselesi
- Kanser kişiliği diye bir şey var mıdır?
- Bütün bu hikayede asıl suçlu kim?

17.  ON YEDİNCİ BÖLÜM: İNANÇ BİYOLOJİSİ

- İnsan biyolojisine bazı temel bilgiler: “Hücrenin karar alma süreci de hücrenin genetik malzemesinin yer aldığı çekirdekte değil, zarda meydana gelir. Bu temel biyolojik gerçeği kavradığımız anda, insanların davranışları ve sağlığı bakımından belirleyici olan tek unsurun genler olduğunu söyleyen popüler inanışı geride bırakabiliriz.” (Sayfa 302)
Yaşamın erken evrelerinde oluşan inanç biyolojisi ve stres: Nasıl biri olduğumuza inanıyoruz? Nasıl hissettiğimize inanıyoruz? Nasıl düşünüyoruz? Gibi sorular ve bunlara farkında olarak veya olmadan verdiğimiz (1) Güçlü olmam lazım (2) Benim sinirlenmeye hakkım yok (3) Sinirli olursam beni kimse sevmez (4) Bütün dünyadan ben sorumluyum (5) Ben her şeyin altından kalkabilirim (6) Kimse beni istemiyor – ben sevilmez biriyim (7) Bir şeyler yapmadan var olamıyorum. Varlığımı haklı göstermem lazım (8) Bakılmayı hak etmek için çok hasta olmam lazım, cevapları. 

“Birçok hastalığın kökeninde yer alan temel faktörlerden biri, bilinçaltındaki inançların tetiklediği aşırı stres yüküdür. İyileşmek istiyorsak, hayatımızın çok erken safhalarında edindiğimiz inanç biyolojisini tersine çevirmek için katlanarak ilerleyen sancılı bir süreci başlatmak şart. Harici olarak uygulanan tedaviler ne olursa olsun, iyileştirici güç içimizde. İç ortamımızın değişmesi gerekiyor.
 (Sayfa 315) 

18.  ON SEKİZİNCİ BÖLÜM: NEGATİF DÜŞÜNCENİN GÜCÜ

- Meşhur bir kişisel gelişim klişesi olan “Pozitif düşün, iyileş, pozitif düşün başar” illüzyonu ve bunun aslında çoğu durumda faydadan çok zarar verdiği gerçeği

“Uç derecedeki iyimserliğe antidot olarak negatif düşüncenin gücünü öneriyorum. Bunun hemen ardından ‘Şaka yapıyorum tabii ki,’ diye eklemem lazım. ‘Aslında benim inandığım şey, düşüncenin gücü.’ Düşünce kelimesinin yanına pozitif sıfatını getirip koyduğunuz anda, bize ‘negatif’ gelen realitelerin dışında bırakılmış oluyoruz. Pozitif düşünceye sarılmış insanların çoğunda süreç böyle işliyor. Hakiki pozitif düşünce tüm realitemizi kucaklayan bir şekilde işe başlıyor. Gerçekle; tüm çıplaklığıyla, bu çıplak gerçek her ne olursa olsun, yüzleşebileceğimiz konusunda kendimize güvenebileceğimiz duygusundan besleniyor. 

İyileşmek için, negatif düşünce kuvvetini toparlamak da önemli. Negatif düşünce, ‘gerçekliği’ gizleyen kasvetli, karamsar bir bakış açısı değildir. Aksine, çalışmayan, işlemeyen şeyin ne olduğunu inceleyip ele alma iradesidir. Denge nerede bozulmuş? Neyi görmezden gelmişim? Bedenim neye hayır diyor? Bu sorular sorulmadan, dengemizi yitirmemize sebep olan stresler hep saklı kalacaktır. ” (Sayfa 321)

“Negatif düşüncenin gücü pembe gözlükleri çıkartıp atmayı gerektirir. Buradaki anahtar, başkalarını suçlamak değil, kişinin kendi ilişkilerinin sorumluluğunu üstlenmesidir.” (Sayfa 334) 


- “Mutlu çocukluk” yalanı

“Birçok insanın, tutunmak zorunda hissettiği bir söylenceden, ‘mutlu bir çocukluk’ geçirdiği masalından ötürü kendini tanıması ve kişisel gelişimini tamamlaması engelleniyor. Bir parça negatif düşünce bu insanlara, kendileri onlara zarar veren davranış biçimlerine saplanıp kalmalarına yol açan biçimde kandırdıklarını görme gücü verecektir.” (Sayfa 324) 

19.  ON DOKUZUNCU BÖLÜM: İYİLEŞMENİN YEDİ ANAHTARI

- Kanser: Melanom
- İyileşmenin 7 anahtarı: (1) Kabul (2) Farkındalık (3) Öfke (4) Özerklik (5) Bağlılık (6) Kendini ortaya koymak (7) Olumlama

Bu 7 anahtarın her biri birbirinden kıymetli ama özellikle farkındalık ve öfke bölümleri çok insanın ciddi anlamda ihtiyaç duyduğunu düşündüğüm temel bölümler olduğunu düşünüyorum. Müthiş bir bakış açısı ve bilgiyle ele alınmış. 


19.  FOTONOTLAR:











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"