Angutyus ve Hikayeleri

Öyle alıştık ki kötülüğe ve türevlerine, yabancılaştık artık. Tepki gösterme eşiğimiz yükseldi, en korkunç hikayelerde bile sessiz kalmaya başladık. 

Öyle çok derdi var ki herkesin artık, bir kör dövüşünde gibiyiz her gün. Çok da farkında olmadan, bilmeden tüketiyoruz işte her şeyi. Bir başkasının derdine derman olmayı bırak, zarar görmediğimizde şanslı hissediyor, o kişiyi en iyi dostumuz ilan ediyoruz. 

Dondurmakutusu'nun amacı tüm bu kötülükler arasında yeşeren güzelliklere odaklanmak, olumlu bir dille saklanan güzellikleri bulup çıkarmak elinden, dilinden geldiğince. Her yanımız kötü haberlerle dolmuş durumda, magazinsel detayları ve boş muhabbetleri de saymazsak, okumaktan, dinlemekten, seyretmekten keyif aldığımız, huzur bulduğumuz, heyecanla şaşırıp zihnimizin olumluya açıldığını hissettiğimiz çok az uyaran var etrafımızda, malesef. Dondurmakutusu da onlardan biri olmak umudunda, naçizane. Bu yüzden mümkün olduğunca daha az bahsetmeye çalışıyorum olumsuzluklardan, artık ne kadar mümkün olabilirse.

Fakat bugün biraz sınırlarımızı genişletmek istiyorum. Üslubu sert ama net, küfürbaz ama dürüst biriyle tanıştırmak istiyorum sizleri: Fatih Akdere nam-ı diğer Angutyus. Ben kendisini yazar kimliğiyle tanıdım, o yüzden öyle hitap edeceğim burada bahsederken. Ekşi Sözlük, Twitter gibi mecralarda hesapları, OT Dergi'de bir sayfası ve kitapları var. Kendi hikayesini samimiyetle anlatan bir adam bu adam. Dünyayı gezmiş dolaşmış, en sonunda daha iyisini bulamamış dönmüş gelmiş Akdeniz'in sıcağına sığınmış, sanıyorum artık pek de kimseye eyvallahı olmayan bir adam bu adam. OT Dergi'de okuyup da sevmediğim bir yazısı olmadı. Geçen sene Fedai raflarda gözüme ilişti, merak ettim okudum, ondan da pişman olmadım. Yaşanmış hikayelerden kurguladığı bu kitapla bana hiç bilmediğim hayatların kapılarını araladı, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını bir kez daha hatırlattı. Sınırları genişletmek istiyorum dedim, çünkü Angutyus hikayeleri genelde ağır acı içerir. Sulu zırtlak değil, net ve derin. Hüzün zaten hep orada bir yerlerde, hissetmemek mümkün değil. Fakat mottosu ''Saklansan da bulurum seni güzellik'' olan bu blogda onu anlatmak, hikayelerini paylaşmak istedim çünkü o günün sonunda yine de, her şeye rağmen umudunu yitirmiyor. O gezdiği yaşadığı yerlerden tası tarağı toplayıp en sonunda Türkiye'ye yerleşmesi de bunun en büyük göstergesi. Vazgeçmeyin diyor, geldiysek bu dünyaya, orada bir yerlerde hala umut vardır iyiye, güzelliğe. İlerde Nar Tadında Alıntılar'da kendisinden paylaşımlarda bulunacağım kuvvetle muhtemel fakat ben başlangıç olarak taze taze burada da kendisine söz vermek istiyorum. 

Alanya'daki dükkanına alış-veriş yapmaya gelen İrlandalı bir teyzenin hikayesini paylaşmış bu ayki OT Dergi'de. Vücüdunun her yanı korkunç yaralarla kaplı, yüzünün bir yanı neredeyse olmayan bu hanımefendiyle ilgili yazının hepsini paylaşmayaacağım burada fakat size hitap eden bir tarzsa OT Dergi'yi ve Angutyus'u takip etmenizi öneririm. Hevesle doktor olmuş bu İrlandalı hanımefendi çocuğu olmayacağı gerçeği anlaşılınca severek evlendiği kocası tarafından terk edilmiş. Bir süre sonra kocasının yakın bir arkadaşıyla evlendiğini de öğrenince çalıştığı yerden istifa edip bir yardım kuruluşunda çalışmaya başlamış. Bundan sonrasıyla ilgili de konuşacak, anlatacak çok şey var ama, şimdilik sözü Angutyus'a bırakalım: 

''Afet, iç savaş, kıtlık.. yani yardıma muhtaç yoksul ülkelere gitmeye başlamış. Kuzey Amerika, Ortadoğu, Uzak Doğu... aklınıza neresi gelirse. Deprem mi oldu? Sel mi var? Bir felaket mi var? Bunlar atlıyorlar gidiyorlar ve ellerinden geldikçe can kurtarıyorlar.

Teyze anlattıkça anlattı. Sri Lanka'da panter saldırmış bir ormanda, bu yaralar kalmış. Sonra Kamboçya'da bir yılan sokmuş. Haiti'de bir eşek çifte atmış, kalçası kırılmış. Birçok defa ölümlerden dönmüş. Gülümseyerek anlattı. Ben de başımı salladım 'yapacak bir şey yok' dedi o sakin ve insana huzur veren ses tonu ile. 'En çok da pantere üzüldüm, vurmak zorunda kaldılar' dedi hüzünlü bir ses tonu ile. 'Ama seni neredeyse öldürecekti!' dedim, kadın gülümsedi. 'Onun suçu değil. Beyni ve duyguları ile değil, içgüdüleri ile saldırır hayvan. Ya karnı açtı ya da yakınlarda yavruları vardı, bu onun suçu değil'  dedi, başımı salladım. Film gibi hayat hatta daha da ötesi. Teyze hüzün ile baktı yüzüme, utanarak 'yedi defa tecavüze uğradım Nijerya'da, Hindistan'da, Kenya'da ve birkaç ülkede.' ... Teyze bu lafı söyleyeceğine yerden bir taş alıp kafama vursa ancak bu kadar şaşırırdım. 'Nasıl ya?' ... Gayet normalmiş gibi anlattı. O kadar sakin o kadar olağan bir olaymış gibi anlattı ki...

'İlk tecavüz Hindistan'da oldu. Bir köye gitmiştik. Küçük bir kız sıtma olmuştu. En yakın hastane, doktor kilometrelerce uzakta. Bir erkek doktor arkadaşım ile gittik haber aldığımızda. Son anda yetiştik. Kız daha dört yaşında bile değildi. İlk tedavisini yaptık. Abisi ve babası, birkaç kız kardeşi, babaannesi vs. epey kalabalık bir evdi. Kızı kurtardık. O gece sabaha kadar başında durmak zorunda kaldık. İlk gece hasta küçük kızın abisi ve babası tecavüz etti, arkadaşım bahçede bir yerde uyurken. Zaten görüyorsun, ufak tefek bir kadınım, gücüm yetmedi. İşleri bitince çekip gittiler. O gece kimseye bir şey söyleyemedim, sonra ertesi gün de kızı bırakamadık. Arkadaşıma yanımda kalmasını söyledim. Baba ve oğul tekrar geldi tecavüz etmeye ama cesaret edemediler. Evet genç adam bunun gibi onlarca olay yaşadım. Belki de bu yüzden, beni parçalasalar bile hayvanları daha çok sevdim bu dünyada.'

Yutkundum, insanlığımdan, erkekliğimden utandım. Teyze devam etti... 'Sonra Nijerya'da tecavüze uğradım. Hiçbir zaman tek olmadı tecavüzler, kimi zaman dört kişi bile oldukları oldu. Bir defasında Meksika'da hem tecavüze uğradım hem de dövüldüm, kolumu kırmışlardı'... Diyecek bir şey de bulamadım. 'Vazgeçmeyi düşünmedin mi?' diye sorduğumda o korkunç cevabı verdi; 'Alıştım. Bir taraftan can kurtarırken bir taraftan canımı yakmalarına.' En son bizim Kocaeli depremine de gelmiş teyze. 'Peki şimdi nasılsın?' diye sorabildim. Ayağa kalktı poşeti aldı yüzüme baktı acı acı. 'Kurtardığım, yeniden can verdiğim hayatlar kaldı aklımda. Bana sorsalar, bir seçimin olsa. Yine aynı mesleği, yine aynı şekilde yapardım eminim. Artık yaşlandım, yoruldum. Birçok hastalığım var. Tecavüzlerden sonra bel soğukluğu, frengi bile oldum...' Sonra burnunu çekti ve gökyüzüne baktı. 'Olsun, her şeye rağmen güzel bir hayat yaşadım ben. Ne kadar daha yaşarım bilmem ama ben kızgın ya da küskün değilim. Hoşçakal genç adam. Çay için teşekkürler.'

Teyze topallayarak giderken bakakaldım ardından. Leş gibi, bok gibi insan koktu birden bu gezegen. İrin koktu, nankörlük ve alçaklık koktu.''

Angutyus, OT Dergi Aralık 2015


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"