Çıtırık'ın En Sevdiği Oğluna, Sevgiyle..

Çocukluğuma dair çok az şey hatırlarım, bölük pörçük anılar, şehirler, yollar, kişiler... Dedemin ziyaretine gittiğimiz zamanlar, en net hatırladığım nadide anlar. ''Orta Doğu ve Balkanlar'ın en güzel kızı'' derdi bana elini öperken ben. Orta Doğu ve Balkanlar konusunda henüz herhangi bir fikrim yoktu ama dedem bana öyle sevgi dolu, öyle gülen gözlerle bakardı ki, emindim güzel bir şey olduğuna. Çocukken sorularımla herkesi bezdiren, bugün hala pek çok yerde o atasözündeki merakın öldürdüğü kediyi canlandıran ben, bir kez bile sorma gereği duymadım dedeme, Orta Doğu ve Balkanlar nasıl bir şey dede, diye. Birileri bana anlatmaya kalksa ne menem yerler olduğunu bu Orta Doğu ve Balkanlar'ın, imkanı yok inandıramazdı zaten, dedem güzel bakıyordu bir kere. 

Çok sonra Orta Doğu ve Balkanlar'ı anlatan okullardan mezun oldum. Kader ağlarını kendi kulvarında ve benim kafamda öyle bir ördü ki, ben kendimi Almanya'da buldum; Orta Doğu ve Balkanlar ve daha fazlasıyla ilgili daha fazla şeyler öğrenmek üzere. Gelmeden önce ziyaretine gittiğimde, anneannem gelinlik sandığını açtı bana, gözyaşlarıyla. Dedemin pasaportu çıktı içinden. Meğer benim dedem 70'lerin başında Berlin'e yol işçisi olarak çalışmaya gelmiş pekçokları gibi. Annem mini mini bir bebek henüz. Yememiş, içmemiş, ailesi için biriktirmiş. Bir senenin sonunda buralar bize gelmez demiş olacak ki, tası tarağı toplayıp dönmüş gerisin geri, macerasına memleketinde devam etmek üzere.

Fakat o günlerde gidenlerin çok, pekçoğu dönmemiş dedem gibi. Tutunmak için canını dişine takmış, bir anda ahraz kalsalar da icabında markete yumurta istediğini anlatabilmek için tavuk gibi gıdaklamışlar. İşçi olmuş, işçi onuruyla yaşamışlar. Okuyamamışlar, dilleri, formal eğitimleri eksik kalmış. Fakat bir sonraki nesiller, çocukları, torunları için hep okulu teşvik etmişler, okuyanı ayrı bir sevmişler. İsteyen okusun diye kol kanat germiş, destek vermişler. 

Bir yandan Almanya'nın düzenine alışmış, sevmişler. Bitmeyen bürokrasisi, iş disiplinleri yorsa da, bunun son tahlilde içinde bulundukları düzende kendi hayatlarını kolaylaştırdığını anladıklarında ses etmemişler. Öte yandan memleket hasretiyle gittikleri Türkiye'de, trafikte birbirini yiyen insanları, özel hastahanede bile hastalığından ötürü yatağını kirletti diye hastayı azarlayan hastabakıcıyı ve bütün bunların saçmalığını yüksek sesle dile getirdiklerinde kendilerini kınayan, küçümseyen insanları anlayamamış, kabullenememişler. Kabullenemesinler. Dilerim, hiçbir zaman günlük hayatımızda rutine binmesinden sebep haber değerini yitirmiş delilikleri kabullenecek kadar yabancılaşmazlar. 

***

Dedemi kaybettiğimizde, geleceğim yerin Almanya olacağı belli olmadığı gibi, dedemin esasında pek de başlamadan biten Almanya hikayesinden de habersizdim. Bilseydim, belki bu kez ona sorardım, Almanya nasıl bir şey dede, diye. Dedemi kaybettiğimizde, mesafeli ilişkimize rağmen onu aslında ne kadar çok sevdiğimden, o güzel gözlerinden bir kez bile öpmediğim için ne çok pişman olacağımdan, onu özleyeceğimden de habersizdim. Bilseydim, belki bir kez onu öperdim, güzel gözlerinden.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'den Defolup Gitmek

Goethe'nin İtalya Seyahati'nden Bize Kalan

Gülümseyen Van Gogh: "Çiçek Açan Badem Ağacı"