Kayıtlar

Eylül, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni dostum: Fidan

Resim
Bugünümün güzelliği, yeni dostum Fidan. Onunla, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi yanında bulunan GESAV, yani Geleneksel Türk El Sanatları Vakfı'nda tanıştık. Onu daha yakından tanıyabilmek için şimdi sözü çok kısaca kendisine bırakıyorum: ''İki yıl kadar önce Zuhal Üçok tarafından tasarlanmış ve sadece onun tarafından tek tek elde üretilen bir bez bebeğim. Ege bölgesinde dağ köylerinde yaşayan bir yörük kızıyım. ... İşte ben, bütün bu özelliklerin ana noktalarını yakalayarak ve YİNE BİZİM  BÜYÜKANNELERİMİZİN SANDIKLARINDAN ÇIKAN İŞLEMELER, OYALAR, DANTELLER kullanılarak üretilmiş bir BEZ BEBEĞİM. ... Bu arada bir çok kardeşim var. El yapımı olduğumuz için, hiç birimizin yüz ifadesi ve giysileri birbirimize benzemez.'' Fidan, GESAV'da bulunan yüzlerce el emeği sanat eserinden sadece biri. Bütün bu el sanatı ürünler, hem zarafetleriyle hem de fiyatlarıyla artık hemen hepsi Çin'den gelen fabrikasyon ucubelerle kıyaslanamayacak güzellikte.  Fidan&#

Bir Ankara Yazı

Resim
Bu yaz ben, Ankara’nın ne kadar sıkıcı olabileceğini, yanında iyi hissettiğiniz arkadaşların ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle birlikte tecrübe ettim. Kuru sıcak kavurur, arkadaşlar bir kahve içimlik sürede içinizi ferahlatır. Ankara taşkenttir, ne seyrine dalınacak bir manzarası, ne yeşil caddeleri vardır göz dolduracak. Emrah Serbes’in dediği gibi, “ İstanbul’un manzarası çok güzel. Ama Ankara’da hep binalar var, gel şöyle manzaraya bakarak bir iki bir şeyler içelim diyemiyorsun. O yüzden hep insanların gözlerinin içine bakmak zorundasın. ” İşte ben de bu yaz temmuz ve ağustos aylarımı dostlarımın gözlerinde, kah bir fincan kahveye kah bir bardak çaya fit olarak geçirdim.   Neş'e Erdok, 1988 Hiçbir sanatsal aktivitesi olmadığı gibi, vizyon filmleri de o kadar kötüydü ki, tek bir kez sinemaya gidebildim, yine bir güzel arkadaşımla, temmuz sıcağında. Klimaların ferahlattığı sinema girişinde filmi beklerken dergime gitti eli, şöyle bir çevirdi arka sayfasını ve gözlerini d

Mauritius

Resim
Kötülüğün ve çirkinliğin olmadığı gibi, iyiliğin ve güzelliğin de sınırı yok bu dünya üzerinde. Herkes kendi cehennemini ve/veya cennetini yaşamayı seçiyor. Dünya kötülük ve çirkinlikler kadar, sonsuz güzelliği de barındırıyor bir yerlerde. Sarmal gövdeleri, salkım saçak dallarıyla muhteşem ağaçlar, ağaçların dallarında cıvıl cıvıl kuşlar. Lezzeti hiçbir şeye benzemeyen, eşsiz meyveler. İnsanın tüm benliğine hitap eden güzellikler. Rengarenk çiçekler, türlü türlü böcekler. Hani din adamlarının insanları günahtan korkutup cennete özendirmek için yapmaya çalıştıkları cennet tasvirleri vardır ya, gerçi ben onları hep başarısız bulurum ya, hani diyelim ki en başarılı olan cennet betimlemelerini düşünün birileri tarafından başarılı sayılan, hah işte o betimlemeler bu güzellikler yanında tarifsiz bir zavallılıkta. Denizin muhteşem rengi, kuşlarla birleşen dalga sesleri, hemen yanında yeşilin binbir tonu. Mauritius, güney yarımkürenin minik cenneti. Adını buraya ilk gelen Avrupa mi

Turgut Uyar & Sezen Aksu raksı

Resim
Sene 1998. İlkokuldaydım henüz ve internetin yaygın olmadığı, kasetlerle teyplerde müzik dinlediğim, müzik zevkimin yakın çevremle ve televizyonda yayınlanan video kliplerle sınırlı olduğu zamanlar. Tatile gidiyoruz aile dostlarımızla, gece yolculuğu yapıyoruz henüz bölünmüş olmayan yollarda. Sezen Aksu, Adı Bende Saklı'yı henüz yapmış, bendeki Sezen Aksu sevgisi henüz filizlenmemiş. Annem yola çıkarken heyecanla kaseti almış, arabanın teybine takmış ve dinliyoruz mütemadiyen. Sene 2014. Artık iflah olmaz bir Sezen dinleyicisiyim, kafam geldiğinde oturup bıkmadan saatlerce dinleyebilirim. Yine bitmeyen bir gece, bu kez elimde bir şiir kitabı, Göğe Bakma Durağı hatırına alınmış, sayfalar, kelimeler akmış da akmış.. Birden okuduğum şiir melodilerle, Sezen'in sesiyle kulaklarımda. Yıllar olmuş dinlemeyeli, muhtemeldir en son çocukluğumun o gecesinde dinlemişim, zira meraklısı dışında bilen paylaşan olmaz böylesini, hit olamaz çünkü böylesi. Sezen deryasında gözümden kaçan

Ganeşa

Resim
Bugün sizlere hiç de akademik olmayan bir biçimde, fil başlı olması sebebiyle ilgimi çeken ve beni hakkında bir şeyler okumaya iten Hindu tanrısı Ganeşa'dan bahsedeceğim. Ganeşa'yı ilk kez Philedelphia Sanat Müzesi'nde tanıdım. Nerede hortumlu ve koca kulaklı bir fil figürü görse anında odaklanan gözlerim Ganeşa'yı da teğet geçmedi, bu fotoğrafı da orada çektim. Bu müzedeki Ganeşa, 750 senesinden günümüze kalmış dans eden bir versiyon. 127 santimetre uzunluğunda ve kumtaşından ismi bilinmeyen bir sanatçı tarafından Hindistan'da yapılmış. Şişman göbekli ve fil başlı Ganeşa, en çok ibadet edilen beş ana Hindu tanrısından biri. Tüm başarıların kaynağı olduğuna inanılan tanrı. Fakat Ganeşa'nın en önemli özelliği, bilgeliğin tanrısı olması. Ayrıca Ganeşa, bencillik ve gurura karşı duran tanrı. Ganeşa'yla ikinci karşılaşmamız ise, şu anda okumakta olduğum Jose Saramago'nun Filin Yolculuğu isimli romanında oldu. İlgimi çeken ve okurken beni etkileyen

Tolstoy'un Günlükleri

Resim
İlkokul 5. sınıfta İvan İlyiç'in Ölümü ile tanıştım ilk Tolstoy'la. Tüm ev ahalisinin uyuduğu, gecenin sessiz bir saatinde okurken yatağımda, uykumu kaçırmıştı da sonunu görmeden uyuyamamıştım. Bazen olur öyle, uykudan önce okumaya niyetlendiğim birkaç sayfa, kitabın insafına bağlı olmak üzere ya uykumu kaçırır ya da uykuya teslim eder beni. O gece de Tolstoy kaçırmıştı uykumu. O zamanki algım ve bilgi birikimimle elbette sınırlıydı alabildiklerim fakat ne kadar çok etkilendiğimi, hani o klişe sözdeki gibi bana ne hissettirdiğini asla unutamadığım için, dün gibi hatırlıyorum. Kitaplarla uyuyan küçük bir kız çocuğunu ne söylediğini tam olarak anlayamasa bile etkileyebilecek bir üsluba sahip bu yabancı yazarın koca bir edebiyat dehası olduğunu sonradan öğrenirken, o geceyi hiç unutmadım.  Bugün takip ettiğim Facebook sayfasında Tolstoy ile ilgili güncel bir habere denk geldim. Haberde, Tolstoy'un torunu Fyokla Tolstaya'nın önayak olmasıyla Tolstoy'un kişisel günlü

Intro: Paylaşmaya Övgü

Dünya anlaşılmayı bekleyen insanlarla dolmuş ve şişmiş durumda. Anlaşılmadığımızdan yakınıyoruz pekçoğumuz, ne kadar anlamaya çalıştığımızı düşünmeden. Oysa birileri bir yerlerden başlamalı, anlamaya çalışmalı ki bu kısır döngü bir son bulsun. İşte ben en çok buna talibim galiba şu kısacık hayatımda; anlamaya çalışıyorum. Anlıyorum diyemiyorum henüz, anlamak zor iş. Fakat elimden geleni yapıyorum anlayabilmek için benim gibi olmayan onbinlercesini.  İşte bu yüzden ben okurum, kendimi bildim bileli okurum, en çok kitap ve dergi. Gezerim sonra, küçücük de olsa bir seyahat imkanım varsa, değerlendiririm her nereye olursa, küçük bir taşra kasabası veya büyük bir metropol, haritada önemsiz bir nokta veya kocaman bir kıta. Izlerim sonra, dizi, film, belgesel, animasyon, ruhumun kaldırabildiği çeşitlilikte bulabildiğim, denk geldiğim pekçok görseli takip ederim. Tiyatro, sinema, konser, sergi, yine mümkün olduğunca. Müze gezmeyi sevenlerdenim. Etik ve vicdani olarak doğru bulmasam da, kaf