Empati Meselesi ve Açlık
O kadar okuyorsun
da ne işine yarıyor?
Üstü kapalı veya
direkt olarak bu soruyla çocukluğumdan beri çok karşılaşıyorum. Verdiğim
cevaplar, özellikle değer yargıları ucu maddi kazanımlara götüren bir takım
kavramlardan ibaret olan kimseleri hiçbir zaman tatmin etmiyor.
“Para
kazandırmıyor, karşılığında yiyecek, içecek veya barınma gibi temel
ihtiyaçlarını bari gideremiyorsan, o zaman o şey her neyse vakit kaybından
başka bir şey değildir.”
Tanıdık geldi mi?
Umarım gelmemiştir, çünkü eğer geldiyse, bu anlayışa sahip en az bir insanla
tanışma talihsizliğini yaşamışsınız demektir.
En son bir aile
büyüğümle, pek adetim olmadığı halde bu “o kadar okudum da ne oldu?” konusu üzerinde münakaşaya varan atışmalarımız
olmuştu. Kendisi, benim okuduğum kitaplardakinden çok daha ilginç, üstelik de
hepsi bizzat yaşanmış hikayelere şahit olduğunu, hatta yaşadığını söyleyerek
bir de beni küçümsemişti. “Sen okuyorsun da ne oluyor?” diye de çıkışmıştı
bana. Verdiğim cevapla şaşırmış yüz ifadesi, bugün bile gözümün önünde kusursuz
bir tablo niyetine seyirlik.
O gün o atışma
esnasında verdiğim cevap onu bir hayli tatmin etmiş olacak ki, maruz kaldığım
bir sonraki hadsiz “O kadar okuyorsun da ne oluyor?” sorusuna karşı muhatabın
anlayacağı dilde bir cevap vererek konuyu kapatıp beni kurtarmıştı.
***
Kitap okumanın
veya genel olarak okumanın diğer pek çok olumlu kazanımları arasında en
değerlilerinden biri kişinin empati yeteneğini geliştirmesidir. Evet, verdiğim
cevap buydu, empati. Özellikle okuduğunuz şey roman, hikaye gibi bir kurguysa,
okuma eyleminin doğal sürecinde kendinizi karakterlerden biri veya birkaçının
yerine koyar, aynı ve farklı özelliklerinizi düşünür, farkında olmadan sadece
kitap karakterlerini değil, kendinizi de sorgularsınız, ki bu çoğu kişinin pek
tercih edeceği bir şey değildir zira değişimi gerektirir ve değişim çoğu kişi
için çok çok zordur. Düzenli olarak kitap okuduğunuzda, empati kabiliyetiniz
giderek gelişir, bunun farkında bile olmazsınız. Bu konuya şahane bir görsel
örnek olması açısından Avrupa Yakası dizisinden 12-13 dakikalık bir bölümü
buraya bırakıyorum: pıt
Eh, peki empati
yapmayı bilirsek ne olur? Başta aileniz, yakın çevreniz olmak üzere insanları
daha iyi anlamaya başlar, daha anlayışlı, daha şefkatli, daha merhametli, daha
sabırlı olursunuz ve bu durum ilişkilerinize yansır, ekseriyetle olumlu bir
şekilde. Elbette Osman Koçarslanlı gibi karikatürize bir şekilde deneyimlemezsiniz
bu süreci ve sonuçlarını;
dünyanın en merhametli, en anlayışlı, en şefkatli, en sabırlı insanı da
olmazsınız ama, görece daha iyi biri olursunuz.
Bu özellikler
kimisinde doğuştan oluyor, kimisi sonradan öğrenerek bunlara sahip oluyor,
kimindeyse maalesef zerresi bulunmuyor. Fakat kaderimizi genetik mirasın
cömertliğine bırakırsak, neler olacağı malum...
Yaşam kalitemizi
yükseltebilmek, insan ilişkilerimizin kalitesini artırarak topyekûn mutlu bir
toplum olmak ihtimali... Çevrenizdeki insanların çoğunda bu özelliklerin
olduğunu bir düşünsenize, sadece çok kısa bir an! Düşünün... Trafiktesiniz,
sabırla size yol veren sürücüler... İşyerindesiniz, halinizden anlayan ve
ihtiyacınız olduğunda size anlayış gösteren bir üst/amir/patron veya iş
arkadaşları... Gezintiye çıktınız, sokak hayvanlarına merhametle mama ve su
veren, barınmaları için yuvalar yapan insanlar, mutlu ve saldırganlıktan uzak
hayvanlar... Yolda, evde, okulda, markette, gittiğiniz her yerde şefkatle
çocuğunuza gülümseyen insanlar... Çok kısa bir an böyle bir toplum düşünün... Üstelik
de sabun köpüğü misali geçici değil, sürdürülebilir bir manevi kalkınmadan söz
ediyorum. Çünkü bu gibi şeyler bir kere insanın kişiliğine yerleşti mi, kolay
kolay orayı terk etmez. Ve inanın, dünyada bir yerlerde böyle yaşayan toplumlar
bugünün çirkin dünyasında bile var.
Toplum olarak
mutlu olmamız kitap okumaya bağlı gibi bir şey değil söylemeye çalıştığım, bu
sadece olumlu sarmalın bir parçası, birbirini doğuracak olan iyilikler
silsilesinin sadece küçük bir kısmı.
***
Bana gelecek
olursak, diğer bütün şeyleri bir kenara bıraktığımda bile, yıllar içinde
farkında olmadan kazandığım bu özellik sayesinde inanın daha huzurlu ve mutlu
bir insanım. Çünkü deneyimledikçe görüyorum, empati çoğu zaman karşılığını hak
ettiği gibi buluyor. Kabul, bu yeteneğin çok da gelişmediği insanların
çoğunluklu olduğu bir toplumda yaşarken suistimal edildiğim, hayal kırıklığına uğradığım ve
gösterdiğim nezaket ve kibarlığın zayıflık ve enayilik olduğunu düşünerek
hakkımı gasp etmeye çalışan kuş beyinlilere maruz kaldığım da çok oldu. Fakat
bu insanlar benim hayatıma ancak çok kısa bir an için geçerken uğrayabildiler.
Bütün bunları
bana tekrar düşündüren ve oturup yazmaya iten yine bir kitap oldu. Uzun zamandır
bir kitap beni böyle derinden etkileyememişti.
Norveçli yazar
Knut Hamsun, Açlık isimli kısacık kitabına pek çok şey sığdırmış, Behçet
Necatigil de enfes bir çeviriyle Türkçe’ye kazandırmış. Öyle içime işleyen bir
üslup ve betimlemelerle karşılaştım ki, fena halde etkilendim. Kitabın içine
girebilsem, adını bile bilmediğimiz kahramanımıza ellerimle çeşit çeşit
yemekler hazırlayıp ben doyuracaktım, o denli! Trajikomik sahnelerle güldüren,
ciddi açlık tasvirleriyle insanın canını yakan çok acayip bir kitap. Daha önce
bahsettiğim gibi, okumak insana farkında olmadan bir empati yeteneği
kazandırır, ama bu kitap bana bu yeteneğimin bir adım öteye taşınıyor olduğunu
anlık duygularla kanata kanata hissettirdi. Muhtemeldir bunun sebebi, yazarın
bu kitabı gerçekten de açlık ve sefalet içinde, belki de bizzat kendi
duygularını kağıda dökerek yazmış olmasıdır.
Knut Hamsun
imzalı Açlık, tıpkı Kafka’nın Dönüşüm’ü, Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü ve
Camus’nun Yabancı’sı gibi, sessiz ve derinden insanın içine işleyen, iz bırakan
bir kitap. Behçet Necatigil çevirisiyle, mutlaka deneyin derim.
Yorumlar
Yorum Gönder