Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kartondan Kurtçuklar ve Oğuz Atay Günlükleri

Resim
İlkokul 5. sınıftayım. Türk şairlerinden dörtlüklerle, dünya klasiklerinden kesitlerle ders aralarını süsleyen şahane bir sınıf öğretmenim var. Dersin en tatlı yerinde, sınıfın en sessiz anında: '' A rtık inan bana muhacir kızı /  Dinle ve kabul et itirafımı'' diyen sesi bugün bile hala her okuduğumda Mona Roza'yı kulaklarımda. Jean Valjean'ın Cosette için yaptıkları, Fantine'nin trajik ölümü.. Mona Roza ve Sefiller, bugün dahi benim için çok özeller. Haftanın kitap kurdunu seçerdi bu pek sevdiğim öğretmenim. Her hafta okuduğumuz kitapların sayfalarını toplar, haftanın kitap kurduna kartondan sevimli bir kurtçuk ve bir de kitap hediye ederdi. Okumayı zaten severdim ama, o sene başkaydı. Öyledir, ilkokulda öğretmeni sevmek çocuk için bambaşka bir sevmektir. O da sizi sevsin ister, onun için çabalarsınız. Okulla ilişkiniz, öğretmeninizle paraleldir; öğretmeninizi severseniz, okulu da seviyorsunuz demektir, sevmezseniz haylaz damgası yemeniz kaçınılmaz olur.

Yağmurlu Bir Öğleden Sonra

Resim
Benim okullarım hep şehirden uzakta oldu; ilkokulum ve lisem geniş bahçeleri olan şehrin gürültüsünden uzak yerlerde servisle gidip geldiğimiz mesafelerdeydi, üniversitelerim kampüs üniversiteleri. Geniş bahçeleri, bahçelerinde yeşil alanları, ağaçları ve çiçekleri olan güzel okullardı, şanslıydım, benim gibi biri için şahane! Biz de arkadaşlarımla bu bahçelerin nimetlerinden yararlanmayı ihmal etmedik tabi mevsimine göre; kah karlarda taklalar aştık, kah çimlerde şakalaştık, kah ağaçların, çiçeklerin içinden fotoğraflarla anılarımızı süsledik. Tek bir şey vardı ki kimseyi ikna edemediğim: yağmurlu havalarda dışarı çıkmak! Siz şemsiye tutkunları bilmezsiniz yağmurun saçlarınızdan süzülmesinin, kirpiklerinizden yol bulup gözlerinizle buluşmasının ne harika bir duygu olduğunu. Yağmur damlalarının pıt pıt ellerinize inmesi, göğe bakmak için kaldırdığınız başınızın pıtır pıtır okşanması... Yağmur damlalarıyla birlikte inen meleklerin sesleri, yağmurun huzuru, temizliği ve ah o güzelim

Kış Kokusu

Resim
Nasıl anlarsınız kışın geldiğini? Boynumuza başımıza dolanmaya başlayan atkılar, bereler? Rengarenk eldivenler? Kar taneleri? Hayır, hiçbiri. Kışın geldiği, kokusundan anlaşılır ezelden beri. Başka yerleri bilmem, ama benim diyarıma bugün itibariyle kış geldi, içime çektim mis gibi kış kokusunu bugün. Öylesine içten, öylesine samimi. Ne sonbaharın hüzünlü yaprakları, ne ilkbaharın neşesi, ne yazın davetkar güneşi, ille de kış romantizmi.  Evet, ben kış çocuğuyum. Aralık benim ayım, kar benim beyazım. Her kış en çok üşüyen belki de benimdir, öyle çok sıcak severim, ama hayır, ille de kış, benim mevsimim. İlkokulda dizime gelen karlarda taklalar atarak eğlendiğim o günler, çocukluğuma dair belki de en neşelileri. Ben ilk, kışın aşık oldum. En romantik günlerimi kışa borçluyum. Evet, ben kış çocuğuyum. Bilkent Üniversitesi merkez kampüs, Ankara Yine de bazen, kışın da çaresiz kaldığı yıllar oldu; mutsuzluk, çaresizlik kar taneleri olup üzerime çöktü. Öyle bir kış günü. Ankara karl

Almanlar, Burada Yaşayan Türkler ve Kürtlerle İlgili

Resim
Almanya'daki ilk günüm. Boyumdan büyük iki valizim ve iki güne dayanan uykusuzluğumla yurt kaydımı yaptırmak için sırada bekliyorum. Bitmek bilmeyen Alman bürokrasisiyle ilk günden tatsız bir tanışma. Mesai saatleri öğleden sonra dörtte bitiyor, sonrasında kurallar için yaşayan bu insanlara parmak kımıldatamazsın. Benim kaydım yetişmedi, saat beşe geliyor, dolayısıyla kaydım bitse de yurda gittiğimde anahtarlarımı alacak yetkiliyi bulamayacağım. Ya direk bir otel arayacağım kendime ya da yurda gidip şansımı deneyeceğim. Kısıtlı öğrenci bütçemle otele para vermek istemiyorım, gittiğimde kimseyi bulamayacağımı bilsem de bir şansımı denemek istiyorum. Kendimi ve valizlerimi sürüye sürüye yurdun sokağını buluyor, kapısına gidiyorum fakat kapı duvar. Gitmekle kalıp biraz beklemek arasında bocalarken kapı açılıyor ve sapsarı saçlarından, beyaz tenlerinden ve renkli gözlerinden Alman oldukları belli olan üç kişi çıkıyor ve merakla bana yaklaşıyorlar. Durumu anlattığımda, ikisi kocaman val

Çıtırık'ın En Sevdiği Oğluna, Sevgiyle..

Resim
Çocukluğuma dair çok az şey hatırlarım, bölük pörçük anılar, şehirler, yollar, kişiler... Dedemin ziyaretine gittiğimiz zamanlar, en net hatırladığım nadide anlar. ''Orta Doğu ve Balkanlar'ın en güzel kızı'' derdi bana elini öperken ben. Orta Doğu ve Balkanlar konusunda henüz herhangi bir fikrim yoktu ama dedem bana öyle sevgi dolu, öyle gülen gözlerle bakardı ki, emindim güzel bir şey olduğuna. Çocukken sorularımla herkesi bezdiren, bugün hala pek çok yerde o atasözündeki merakın öldürdüğü kediyi canlandıran ben, bir kez bile sorma gereği duymadım dedeme, Orta Doğu ve Balkanlar nasıl bir şey dede, diye. Birileri bana anlatmaya kalksa ne menem yerler olduğunu bu Orta Doğu ve Balkanlar'ın, imkanı yok inandıramazdı zaten, dedem güzel bakıyordu bir kere.  Çok sonra Orta Doğu ve Balkanlar'ı anlatan okullardan mezun oldum. Kader ağlarını kendi kulvarında ve benim kafamda öyle bir ördü ki, ben kendimi Almanya'da buldum; Orta Doğu ve Balkanlar ve daha fazl

Onbeş Yaşımıza..

Resim
Gündüz gözüyle görmek istemediğim şeyleri rüyalarımda görebilme, yeterince tatsızlarsa kabusa dönüştürebilme gibi kötü yeteneklerim var. Son zamanlarda bu yeteneğim full force devrede, uyumaya korkar oldum.  İnsan beyni çok acayip. Üzerinden yıllar geçse de unutamazsın bazı anları, bugün baktığında saçma sapan gelen detayları. Bir sabah bir uyanırsın, bir gözün açık bir gözün kapalı, rüyadan yana rahat bir gece geçirdiğine tam sevineyazmışken pat, açıverir pandora kafanın içindeki kutuyu. Kutudan iki tane şarkı çıkar, aynı anda kafanın içinde play tuşuna basılır, farklı kişilere ait bu iki farklı şarkıyı birbirine karıştırmadan aynı anda dinlerken gözlerinden biri hala kapalıdır, ta ki şarkılardan birinin mazisini hatırlayana dek..  Lisede şiir yazmayan yoktur ya hani, hah, işte ben onlardan değildim. Ben lisede şiirden hiç haz etmezdim. Çok sonraları kıymetini anlayabildim. Lisede yazılan o şiirlerin muhatapları olur bir de hani, ben onlardandım. Ama ben bana yazıl

Yalan Dünya

Birini tanıdım; müthiş bir hafızası, efsane taklit yeteneği vardı. Konuşurken, şakalaşırken filmlerden, dizilerden, şiirlerden ve kitaplardan alıntılar, replikler verirdi. O replikler, o karakterler içindeyken nasıl mutluydu, gözlerinin içi gülerdi veya hüzünlenirse yine gözlerinden ağlayan yüreğini belli ederdi. Hele bir de muhatabı repliğin veya alıntının kaynağını bilir ve karşılığını verirse, değmeyin keyfine... Ah bir de nasıl güzel sesi vardı, türkü söyler, söylerken ruhunu katık ederdi. Konservatuara gitmek istemiş, hukukçu baba hukuk fakültesi yazdırmış. Onu tanıdım tanıyalı bir türlü sevmeyi başaramadığı hukuk fakültesinde. *** Yabancı dil öğrenmek biraz da yetenek işidir, bilen bilir. Yabancı dile inanılmaz yeteneği olan, İngilizce yazılılarında kopya için dört yanı sarılan biriydi, bu kez eskilerden, liseden. Bir şarkının ismini bulmaya çalışıyorum, o zamanlar teknoloji bu kadar gelişmemiş, şarkıyı radyoda orda burda duyduğumda deliriyor, ismini bir türlü bulup da şarkıy

Sokak Müzisyenleri: ''The Compatible''

Resim
Şehirlerin de ruhu vardır, yıllardan miras aldıkları. Eğer bir şehrin tarihi yüzyıllar öncesine dayanıyorsa, geçmişten gelen mimari günümüz sokakları arasından göz kırpıyorsa, korunmuş, saklanmış ve bir de halkın kullanımına açılmışsa, ah bir de o şehir yeşilse, ve dahası yüzyıllık ağaçları varsa, seyrine doyum olmaz. Bir de o şehrin sokaklarından müzisyenlerin sesleri yükselebiliyorsa, ah o şehrin tadına doyum olmaz.  Bütün bu özelliklere sahip şahane bir şehir olan Köln'de birkaç saatimi geçirdikten sonra yorgunluktan bitap düşmüş, nereden trene binebileceğimi bulmaya çalışırken bir anda müthiş melodilerle daldığım yerden çıktım. Ben sokak müzisyenlerini ayrı bir severim, Ankara'da Kızılay'da, Tunalı Hilmi Caddesi'nde, İstanbul'da Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde ne zaman denk gelsem, şayet zamanım varsa oturur, onlar bitirene kadar dinlerim, çekimlerini yapar, varsa cd'lerini alırım. Elbette canlı müziğin yeri başka olur, evde açıp dinlediğinizde ay

Başka Dünyaya Saklanan Güzellik: Ali A. Mazrui

Resim
Onun anısına, tanımayanlara tanıtmaya, tanıyanlara bir de benim gözümden bakmaya..  ... Hayatımın her alanında dibe vurduğum o lanetli 2011 senesiydi. ''Bazen öyle olur, her şey üst üste gelir.'' Öyle bir dibe vurmuştum ki, o hızla ya gerisingeri yukarı sıçrayacak, ya çakıldığım yerde can verecektim. Ankara'ya en güzel kış o sene gelmiş, en güzel kar o sene sokakları kaplamıştı. Ahmet Kaya en çok o kış acı vermiş, Leyla ile Mecnun efsanesiyle o kış tanışmıştım. 2011 bitti, ben sıçramayı kafama, hayatımın özetini de bir bavula özenle yerleştirip Amerika'ya, okuluma döndüm. Bu kez derslerime müthiş bir heyecanla ve aynı zamanda müthiş bir korkuyla başladım. Hocalarımdan biri, 79 yaşında Kenyalı bir profesördü. Kim olduğunu çok da araştırmamıştım, daha çok dersin ismi gönlümü çelmişti: Cultural Forces in World Politics; sıkıcı dünya politikasında eğlenceli bir konu olan kültürün etkilerini inceleyecektik. Ön sırada yerimi alırken bu dersin ve bu henüz

Sokakları Köpüklerle Yıkanan Şehir

Resim
Literatürde geçen uluslararası ilişkiler teorilerinden birine göre, gelişmiş ülkeler sahip oldukları standartları, gelişmemiş ülkelerin gelişmemişliklerine borçludurlar. Gelişmekte olan ülkeler dünya sistemine entegre olabilmek adına bir takım aşamalardan geçmek zorundadırlar ve geçmek için çabalarlar; öte yandan gelişmiş ülkeler pozisyonlarını korumak ve daha iyi duruma gelebilmek için yeni yöntemler bulmak zorundadırlar ve uğraşırlar. İki taraf da varlığını bir diğerinin varlığına borçludur zira gelişmiş ülke, gelişmekte olanı sömürürken pozisyonunu korur. Elbette bu teoriye karşı pek çok teori geliştirilmiş, tartışılmış, eleştirilmiş, konuşulmuş ve konuşulmakta. Fakat bir an için, teorinin doğruluğunu kabul edelim, ki bugüne kadar şahit olduğum, gördüğüm, duyduğum, okuduğum pek çok şey tüm acımasızlığına rağmen bu teorinin doğruluğuna beni pek çok zaman inandırmıştır. Dünyanın bir ucunda bir başkentte, Antananarivo'da, insanlar üzerinde araba kullanacak yolu bırakın, asf

İlk Bakışa İthafen

Resim
Bir şeyi ilk kez görme hakkın tektir, bir kez kayıtlarına geçti mi, artık geri dönüşü yoktur. Bu yüzden ilk bakışa paha biçilemez. Bu yüzden ilk kez geldiğim bu ülkede ve bu şehirde ilk baktığım her an çok değerli, zira yarınlarda hiçbir şey ilk anki gibi olmayacak, duygu çöplüğü baktığım her yeri gölgeleyecek. İlk bakışın önemine ithafen, tüm heyecanım ve cehaletimle Almanya'nın bu eski başkentine geldim geleli hissettiklerimden minik fakat gerçek bir kesit sunacağım bugün sizlere, sevgiyle. Doğa ve çocuk sevgisi anneannemden, gezgin ruh anneannemin annesinden miras kalmış bana. Algıda seçiciyim, kuş ve çocuk seslerini, rengarenk çiçekleri ve yeşilin binbir tonunu hiç affetmem baktığım her yerde seçerim. Baktığım yerde bütün bunlardan en az birini görmem, içimdeki kelebekleri uçuşa geçirmeye yeter de artarken, birden fazlasını görüyorsam eğer kelebekler çılgına döner, içimden taşar, uçar, coşar.  Buraya geldiğimden beri tüm kelebeklerim çılgına dönmüş durumda. Perdelerimi

Yeni dostum: Fidan

Resim
Bugünümün güzelliği, yeni dostum Fidan. Onunla, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi yanında bulunan GESAV, yani Geleneksel Türk El Sanatları Vakfı'nda tanıştık. Onu daha yakından tanıyabilmek için şimdi sözü çok kısaca kendisine bırakıyorum: ''İki yıl kadar önce Zuhal Üçok tarafından tasarlanmış ve sadece onun tarafından tek tek elde üretilen bir bez bebeğim. Ege bölgesinde dağ köylerinde yaşayan bir yörük kızıyım. ... İşte ben, bütün bu özelliklerin ana noktalarını yakalayarak ve YİNE BİZİM  BÜYÜKANNELERİMİZİN SANDIKLARINDAN ÇIKAN İŞLEMELER, OYALAR, DANTELLER kullanılarak üretilmiş bir BEZ BEBEĞİM. ... Bu arada bir çok kardeşim var. El yapımı olduğumuz için, hiç birimizin yüz ifadesi ve giysileri birbirimize benzemez.'' Fidan, GESAV'da bulunan yüzlerce el emeği sanat eserinden sadece biri. Bütün bu el sanatı ürünler, hem zarafetleriyle hem de fiyatlarıyla artık hemen hepsi Çin'den gelen fabrikasyon ucubelerle kıyaslanamayacak güzellikte.  Fidan&#

Bir Ankara Yazı

Resim
Bu yaz ben, Ankara’nın ne kadar sıkıcı olabileceğini, yanında iyi hissettiğiniz arkadaşların ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle birlikte tecrübe ettim. Kuru sıcak kavurur, arkadaşlar bir kahve içimlik sürede içinizi ferahlatır. Ankara taşkenttir, ne seyrine dalınacak bir manzarası, ne yeşil caddeleri vardır göz dolduracak. Emrah Serbes’in dediği gibi, “ İstanbul’un manzarası çok güzel. Ama Ankara’da hep binalar var, gel şöyle manzaraya bakarak bir iki bir şeyler içelim diyemiyorsun. O yüzden hep insanların gözlerinin içine bakmak zorundasın. ” İşte ben de bu yaz temmuz ve ağustos aylarımı dostlarımın gözlerinde, kah bir fincan kahveye kah bir bardak çaya fit olarak geçirdim.   Neş'e Erdok, 1988 Hiçbir sanatsal aktivitesi olmadığı gibi, vizyon filmleri de o kadar kötüydü ki, tek bir kez sinemaya gidebildim, yine bir güzel arkadaşımla, temmuz sıcağında. Klimaların ferahlattığı sinema girişinde filmi beklerken dergime gitti eli, şöyle bir çevirdi arka sayfasını ve gözlerini d