Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Angutyus ve Hikayeleri

Resim
Öyle alıştık ki kötülüğe ve türevlerine, yabancılaştık artık. Tepki gösterme eşiğimiz yükseldi, en korkunç hikayelerde bile sessiz kalmaya başladık.  Öyle çok derdi var ki herkesin artık, bir kör dövüşünde gibiyiz her gün. Çok da farkında olmadan, bilmeden tüketiyoruz işte her şeyi. Bir başkasının derdine derman olmayı bırak, zarar görmediğimizde şanslı hissediyor, o kişiyi en iyi dostumuz ilan ediyoruz.  Dondurmakutusu'nun amacı tüm bu kötülükler arasında yeşeren güzelliklere odaklanmak, olumlu bir dille saklanan güzellikleri bulup çıkarmak elinden, dilinden geldiğince. Her yanımız kötü haberlerle dolmuş durumda, magazinsel detayları ve boş muhabbetleri de saymazsak, okumaktan, dinlemekten, seyretmekten keyif aldığımız, huzur bulduğumuz, heyecanla şaşırıp zihnimizin olumluya açıldığını hissettiğimiz çok az uyaran var etrafımızda, malesef. Dondurmakutusu da onlardan biri olmak umudunda, naçizane. Bu yüzden mümkün olduğunca daha az bahsetmeye çalışıyorum olumsuzluklardan, artık

Gelinlik Konseptiyle İlgili Dertlerim

Resim
''Hayatının en önemli günü için kendi ellerinle ve aşkla bir şeyler yapmak çok özel.'' diyor Amerikalı Abbey Ramirez-Bodley. İstediği gelinlik modellerine bütçesi çıkışmayınca kendi gelinliğini kendi yapmış ve düğün fotoğraflarında çok da mutlu görünüyor. Gelinliğini pahalı bir markadan alamıyor olduğu için huysuzlanmamış, daralmamış ve daraltmamış. İlişkisini ve sevdiği adamı çıkmazlara sürüklememiş. Belli ki gelinlik konseptinin bir detay oluduğunun, düğün dediğimiz organizasyonunsa birbirini seven iki insanın tek yürek olmaya adım atarken geçecekleri bir süreç olduğunun farkında ve bu süreci elindeki imkanlarla nasıl gönlüne göre geçirebileceğinin peşinde. Ya da öyle olmasa bile, ki öyle olduğuna dair pek çok veri elimizde, ben öyle yorumlamaktan mutluyum çünkü tek bir gün birkaç saatliğine giyilecek olan gelinliğe korkunç paralar verilmesini aptalca buluyorum. Birkaç saatliğine ve çoğunlukla binbir eziyetle üzerinizde taşıyacağınız o tül yumağına ayrılan onca para

Kimliği Belirsiz Aforizmalara Karşı: Nar Tadında Alıntılar

Resim
Efendim, sosyal medya ile hayatımızda popülerleşen kavramlardan biri oldu ''aforizmalar''. Önü arkası olmayan, bir bütün halindeyken pek şahane olan metinlerden arzuya göre cımbızlanıp şartlara göre servis edilen zavallı güdük kelimeler ve cümleler topluluğu çoğu zaman karşımıza çıkan. Üstelik de kaynak gösterilmeden, kimin söylediği, yazdığı belli olmayan, çoğu zaman bambaşka isimlere atfedilen, yanıltıcı paylaşımlar.. Bir elinde tableti bir elinde kısır tabağı annelerimiz, teyzelerimiz hatta babaanne ve anneannelerimiz, aklı havalarda atarlı laflar sokuşturma derdinde ergenlerimiz, iş hayatının yoğunluğundan bıkmış nefes arayan hanımefendilerimiz, beyefendilerimiz, bir elinde kitabı bir elinde telefonu gecenin bir yarısı bir türlü uyku tutmayan Merve'miz ve daha nicelerimiz.. Hangimiz yapmadık ki? Kah Mevlana, kah Nejat İşler diye diye o sözleri hangimiz hayatımızın bir döneminde paylaşmadık ki? İtiraf edelim, yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Ben de yapıyorum. Fa

Türkiye'den Defolup Gitmek

Resim
Bu kez sizlere bu çivisi çıkmış ülkeden neden ''defolup'' gitmediğimi anlatacağım, naçizane. Neden Amerika'dan döndüğümü, neden Almanya'da kalmadığımı ve neden bir başka ülkeye kalıcı kökler salmak istemediğimi, bir arzunun ötesinde bunu yapamayacağımı anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce.  Malumumuz, son zamanların popüler konusu bu ülkeden çekip gitmek, kapağı Batı'da bir ülkeye atmak. Ekşi Sözlük'te 2012 Ağustos'unda açılan ''Türkiye'den s*ktir olup gitmek'' başlığı bugün itibariyle 439. sayfasında. Rusya'nın savaş uçaklarından birini düşürdüğümüz ve ilişkilerimizin yay gibi gerilmeye başladığı andan beri de Rusya'ya, Türkiye'yi haritadan silme, en azından iktidar partisini seçimlerde birinci çıkarmış şehirleri yok etme gibi şahane (!) teklifler götürmeye başladı aynı kafalar, kah şaka kah ciddi paylaşımlarla. Bense Türkiye'ye döndüğüm günden beri bir suratıma küfür yemediğim kaldı. Neden döndüm ha neden?! H

''Feminist misin kızım sen?!''

Resim
''Feminizm erkek düşmanlığı değildir. Feminizm cadalozluk, şirretlik, edepsizlik değildir. Bu algı bilerek yaratılıyor ki söylenenler, söylenecekler değersizleştirilsin ve daha baştan dinlenmesi engellensin.''                                                                                                                   Kadının Fenni Liseye yeni başladığım seneydi. Her biri farklı okullardan gelmiş yeni yetme liseliler olarak birbirimizi tanımaya, anlamaya çalıştığımız, bunun için de tenefüs aralarında, boş derslerde fırsat buldukça edebiyattan müziğe, siyasetten tarihe pek çok konuda sohbet ettiğimiz, birbirimize sorular sorduğumuz tatlı heyecanlarla dolu güzel zamanlardı. Bir seferinde erkek bir arkadaşımla sohbet ederken, bir noktada bana ''Feminist misin kızım sen?'' diye çıkıştığını hatırlıyorum. O zamanlar siyaset bilimine henüz giriş yapmamış, ''feminist'' kelimesini sadece o yılların meşhur ''Havuç!'' lu '

Ayşe Kulin, Hayal ve Sevdalinka

Resim
''Allah'ın adını kullanarak, insanlara Allah adına eziyet ve kıyım yapan herkes şeytandır.''                                                                                                                                                                                                            Sevdalinka   Lise yıllarımda annemin elime tutuşturduğu Füreya  ile tanışmıştım Ayşe Kulin'le. Peşine Adı: Aylin 'i okumuş, ve devam etmiştim elime geçen kitaplarıyla. Bir Gün çok etkilemişti misal beni. Sonra, kendi deyimiyle belki iyi bir adam olamamış ama kimsenin de adamı olmamış Behzat Ç. rolüyle pek çoğumuzu sürmenaj eden Erdal Beşikçioğlu ile ilk tanışmam da bir Ayşe Kulin uyarlaması olan Köprü dizisi sayesinde olmuştu.  Daha sonra üniversiteye ilk başladığım sene Ankara'da bir imza gününe denk gelmiş, bizzat tanışma, kısacık da olsa sohbet etme fırsatı bulmuştum Ayşe Hanım'la. Bugün kısa sohbetimizin içeriğini hatırlayamasam da, aklımda kalan son

''Anne Ben Afrika'ya Taşınıyorum''

Resim
"Elif Şafak 'gidebileceğini bilmek'ten bahsetmişti bir zaman... Aslında gitmek istemese de, gidebileceğini bilmeye duyulan ihtiyaçtan söz etmişti.   Bir tane 'an' seçiyorum bütün şu altı aylık maceramdan: Bir gece yarısı... Tek başına olmanın verdiği endişeden bacaklarım titreyerek çıktığım seyahatin ilk gecesi; bir yol kenarı otelinin bar-restoranında muşamba kaplı yağlı bir masada sunulan yemeğime girişmişim. Ortalık loş, yan masada telefon numaramı almaya çalışan üç Ganalı, kucağımda fotoğraf makinem. Yorgunum, koku yüzünden duş/tuvaletine adım atamadığım odam sebebiyle pisim.    Çok mutluyum.   Bir kadınım, 'Afrika'nın derinliklerinde' tek başıma seyahat ediyorum. Sadece seyahat değil yaptığım, ben burada çalışıyorum da üstelik. Evim var, yaşamın bir parçasıyım; burayı tanıyorum, çat pat dilini bile konuşuyorum. Ve tek başıma çıkıp gezebiliyorum.   Çok mutluyum. 'Gidebileceğini bilmekten' bahsetmişti Elif Şafak...  Dünyada böyle b

Sol Yanımda Oturan Arkadaşım

Birbirinden farklı üç kız çocuğuna sahip annem, yemek mönülerini hazırlamadan önce bize sorardı ve çoğunlukla üçümüzden de farklı cevap alırdı. Hepsini bir arada pişiremeyeceği zamanlarda, evet bazen aynı öğüne hepimize farklı yemekler çıkardığı da olurdu, otoriter bir sevecenlikle açıklardı, ''Dün ablanızın istediğini hazırladım, o yüzden bugün sizlerden birininkini pişirebilirim, yarın da diğerinizinkini, karar verin.'' Hepimiz bilirdik, annem dediğini yapardı ve biz birbirimizin gününe saygı göstermek durumundaydık. Hep birlikte yapacağımız her türlü aktivitede yaşanan bu farklılık sorunu annem tarafından hep bir uzlaşmayla sonlandırılırdı. Velhasıl, ben çok seslilikle yaşamayı, ötekine saygı duymayı, varlığını kabullenmeyi ve bir arada yaşayabilmeyi ilk annemden öğrenmişim, çok da farkında olmadan. Galiba en çok da bu sayede uluslararası ruhu olan üniversitelerde dünyanın dört bir yanından insanlarla bir arada okumak benim için bir benlik problemi olmaktan çıkıp bir

Père Lachaise'de Bir Kayıp Mezar: Ahmet Kaya

Resim
Okumayı sevdiğim kadar yazmayı, belki ikisinden çok paylaşmayı severim. İki kardeşle büyümenin en şahane yanlarından biriydi benim için paylaşmayı öğrenmek. Şahane şekillerde öğrendim ben paylaşmanın ne olduğunu, nasıl bir duygu olduğunu kardeşlerimle. Akşam oturma odasında televizyon karşısında sere serpe otururken maaile, biri kalkarsa şayet ayağa, giderse mutfağa, bir şey isteyip istemediğini içerdekilere sormayı o çocukluk akşamlarından öğrenirsin misal, veya sormadan getirmeyi ne aldıysan kendine birer tane de kardeşlerine. Ne gelirse eve, o anda yanında olsun olmasın, muhakkak üçe bölünür, eksik olanın payı saklanır. Güle oynaya, seve isteye kardeş payı edilir. Bu yüzdendir misal ''Bu da Feyza'mızın'' dediğinde Metin-Ali Özdemir, gözlerim dolar. (bknz. Kardeş Payı 1. bölüm sonu) Velhasıl bütün bu sosyal medya iletileri, dondurmakutusu çabaları, aman onu da koyayım, şunu da anlatayım derdi, paylaşmaya duyduğum sevgiden gelir ve fakat bazen öyle çok uçuşur ki

Bu Tarz da Bizim

Resim
Sabah saatlerinde en yakın fırından alınmış çıtır çıtır susamı bol simit..  Gece uykuya geçmeden buzdolabında sotelenmiş taze ezine keçi peyniri..  Anne ve/veya kardeş elinden çıkma karışık tost..  Atatürk Orman Çiftliği'nde benim için özenle hazırlanmış inek sütü..  Dost muhabbetine yarenlik eden sakızlı nargile..  Yağmurlu havada ezan sesi..  Efkarlı kafada dost muhabbetine Türk kahvesi..  Bu liste böyle uzaar gider. Yurdum dışında yaşamak, basit görünen ve fakat fevkalade lezzetli özlemlerle yaşamayı öğretti. Hani bunların hiçbiri olmasa yine yaşamaya devam edersin elbet, ama şairin dediği gibi, bunlarla bir başka yaşarsın.  Bir de, bazı akşamlar televizyon karşısında aylak aylak zap yaparken çekirdek çitlemek vardır ki, rahat bir koltuk, yeterli miktarda tuzlu çekirdek ve mümkünse cuma veya cumartesi akşamı ile şahane olur. Televizyon kanalları pek bir şenlikli olur malum o akşamlar. Bir kanala tahammülüm kalmadığında ötekine zıplar, oradan baygınlık geçirmeye başladı

Deliduman: Adının Hakkını Veren Roman

Resim
Kapitalizm ve ataerkinin bir cilvesi olarak çoğu zaman kadınlara atfedilen ve fakat esasında erkeklerin de kadınlar kadar yaşadığı bir durum vardır ki, ben onu "depresif ruh hali alış-verişi" diye adlandırıyorum. Kendi içinde kaybolurken, dur biraz da şu reyonlar, bu raflar, o renkler arasında kaybolayım dedirtir o ruh hali insana ve alıcı olmasan bile bakarsın sağa sola. Memleketimiz, bilhassa güzide başkentimiz birbirinden zengin AVM çeşitliliğiyle yardımcı olur sana, sıkıntı yok. İşte böyle zamanlarda ben kendimi kitapçılara atarım. Çok satanlar, klasikler, şiirler, dergiler, cd ve dvd reyonları, oyuncaklar, kalemler, defterler, kırtasiye malzemeleri ve en son kitap ayraçları derken zaman geçer, içim duruluverir. Hele bir de rastgele açtığım kitaplardan birinden o anki ruh halime hitap eden birkaç cümleye denk geldiysem, değmeyin keyfime.. Böyle zamanların sonunda genelde elimde birkaç kitapla mağazayı dolaşırım, kasaya giderken yolda parçalarını bırakan uzay araçları gibi